Sessizliği duymak / Zeynep Duran

Şuan Gazze’de yaşanan soykırım, duyarlılığımızın imtihan edildiği bir ân’dır. 21. Yüzyılın, yani modern bir çağda, teknolojinin, insanlığın ve aslında ‘medeniyetin’ ilerlediği(!) bir yüz yılda, belki en çok yitirdiğimiz şey duyarlılığımızdır.

Sessizliği duymak / Zeynep Duran

Hissetmek, gittikçe zor olsa gerek. Hissetmek ama en içten ve samimi hali ile. Kendinin tek değil, karşıdakinin de duygusunu paylaşmak. Hissiyatı yitirmemiz, manevi boşluğumuzun bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor gün be gün. Özellikle Liberalizm ile bireyin merkeze konulması, bireyin kendini çokça önemsemesi, öncelemesi ve etrafında olup bitenleri görmemesi durumu, duyarlılığını oldukça zedelemiştir. Öz Türkçeden gelen duyarlılık kelimesi, etrafında olup biten şeylere karşı hassas ve ilgili olma halidir. Duyarlılık aynı zamanda hassasiyet ile eş anlamlıdır. Duyarlı kişiliğe sahip olan, daha güçlü anlamlandıran ve hissedendir. Hissedip sorumluluk alan, o durumdan kurtulma yollarının arayışına giren kişidir. 

‘Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ anlayışı üç maymunu oynamaktan başka bir şey değildir. Böyle olunca minnetsiz bir neslin yetişmesi engellenemez hale gelir. Çünkü duyarlılık sadece başkasının yaşadığı acıyı kendi acın gibi bilmek değil, duyarlılık aynı zamanda yapılan iyilik karşısında kayıtsız kalmamaktır. Minnettar kelimesi Arapça ve Farsça sözcüklerinin birleşmesi ile meydana gelip, TDK’ya göre teşekkür eden manasına gelir.  Minnettarlık duyarlılığın farklı bir boyutudur. Yapılan iyiliğe minnet duymayan ise, iyiliği görmezden gelmiş olur. Vefalı olmayı kendine dert etmez. Kıymet bilmez ve kıymetlendirmez. Yapılan iyiliğin değersiz olduğunu hissettirir. Diederot’un söylediği gibi: “Minnettarlık, büyük bir terbiyenin meyvesidir, onu yontulmamış, kaba insanlarda bulamazsınız.” 

Peygamber efendimiz (a.s.)’ın dualarından bir tanesi: “Ürpermeyen kalpten, fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.” Bu dua ile ürperen bir kalbin, hisseden bir kalbin, samimiyet duyan bir kalbin önemini anlayabiliyoruz. Dualarımızın içtenliği ve samimiyeti bizi başta Rabbimize duyarlı kılar sonra dünyadadaki tüm mağdur ve mazlum insanlara. 

Şuan Gazze’de yaşanan soykırım, duyarlılığımızın imtihan edildiği bir ân’dır. 21. Yüzyılın, yani modern bir çağda, teknolojinin, insanlığın ve aslında ‘medeniyetin’ ilerlediği(!) bir yüz yılda, belki en çok yitirdiğimiz şey duyarlılığımızdır. Monotonlaşan bir hayat döngüsünün içinde, gittikçe eksilen bizim manevi hissiyatımızdır. Normalleşme süreci duyarlılığın uçuruma sürüklendiği noktadır. Bundan dolayı bizler her daim, bir şeyler normalleşirken duygumuzu da bizden almamasına önem vermeliyiz. Çünkü hissedemeyen kalp, katılaşır. 

Bize düşen kendinden öte, bir diğerinin acısını, mutluluğunu içten hissetmek ve gündemden düşürmemektir. Bu duyarlılığı hissetmek ve göstermek için ise vicdan ve merhamet sahibi olmak yeterli gelmelidir. Bu ister bir küçük çocuğun kendine tasa ettiği bir problem, ister bir büyüğün elde edip sevindiği bir başarı olsun. Bize, bir çocuğun kuşu vefat ettiği için başsağlığına giden bir peygamberin, miras bıraktığı duyarlı olma hali, bizi gerek kişisel, gerekse ümmetçe yaşadığımız sorunlardan haberdar olup her daim teyakkuzda olmamız gerektiğini gösterir. Bunu en güzel anlatan ise bu hadis-i şerif’tir belki de: “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirle­rini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66)

Duyarlılık, duymaktır sessizliği. Sessizliğin içindeki çaresizliği. Gürültüyü duymak kolaydır, sessizliği ise herkes duyamaz. Sessizlik derindir. İnsan düşündüğü kadar insandır. İnsan hissettiği kadar, başkasının derdini kendi derdi gibi bildiği kadar, başkasının mutluğunu kendi mutluluğu bildiği kadar insandır. Hissedemeyen insan, göremez, anlayamaz ve anlamlandıramaz. Hissetmek samimiyet gerektirir. Hissetmek, arındırır kinden, nefretten, çekememezlikten, kibirden ve tek kendini görmekten. Nesillerce bu duyarlılığın devamı için samimi bir duruş edinmek, müslüman’ın hayatının her alanında edinmesi gereken bir duruş olmalıdır. 

Vesselam