Yeni Zelanda, ümmet ve göç

Abdulkadir Turan / Doğruhaber Gazetesi

Yeni Zelanda, ümmet ve göç

15 Mart’ta, Yeni Zelanda’da Cuma namazı için toplanan Müslümanlar, Haçlı zihniyeti tarafından kurşunlara hedef edildi. 50 Müslüman şehid edildi, onlarcası hastanelerde…

Yeni Zelanda, İslam fetihlerinin ulaşmadığı Avustralya’nın yaklaşık 1500 km güneyinde bir ada ülkesi… Haçlının hedefine koyduğu camilerde şehid olan Müslümanlar ise Filistinli, Ürdünlü, Mısırlı, Pakistanlı…  Müslümanların menşeleri, akla ister istemez ümmet ve göç olgusunu getiriyor. Ne işleri var orada o Müslümanların? Neden ta oralardalar?

İslam çağı, Hicret’le başlar. Müslümanlar, içinde bulundukları zamanı Hz. Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicretini esas alarak tespit ederler ve Kur’an-ı Kerim buyuruyor: “Doğu da Batı da Allah’ındır” (Bakara Sûresi 115). Dolayısıyla ümmet evrensellik hissiyatına sahiptir, yeryüzünü Allah’ın arzı bilir, göçle haşir neşirdir.  

Müslüman, gittiği yere İslam’la gider, Allah’ın arzı olarak orada İslamî bir yaşam inşa eder. Bunun ilk örneği Asr-ı Saadet’te yaşanmıştır. Yine de ümmetin sonraki göçleri genellikle Hicret’ten farklı gerçekleşmiştir. Konunun anlaşılması için ümmetin “Hicret sonrası” göçlerini, doğal afetlerin yol açtığı göçler bir yana, sınıflandırmakta fayda vardır:

1. İslam’a davet ve İslam uğruna cihad için göç

Müslümanlar, Medine günlerinden itibaren İslam’a davet için kendi yurtlarından başka yurtlara göçtüler, doğdukları toprakları terk edip vardıkları yerlerde Allah’ın dinini anlattılar. Bu göç kimi zaman fetih öncesinde yaşandı, kimi zaman fethedilen bir coğrafyanın manen fethi için yapıldı.

Bazen de kimi Müslüman âlimler fizikî fetihten tamamen bağımsız, yurtlarını terk edip Malezya, Endonezya adaları gibi uzaklara yerleştiler ve halkı İslam’a davet ettiler. Bazen ise Emevi ve Abbasiler döneminde ribatlara (ileri karakollara) yerleştirilen Müslümanlar misali, Dârü’l-İslam hudutlarının korunması için göç etti Müslümanlar. Osmanlı Akıncılarında olduğu gibi Allah için yurtlarını terk eden o Müslümanların bir ordudan yardım almadan kendi başlarına fetihler gerçekleştirdikleri çok oldu.  

2. Zalim hükümdarların yol açtığı göçler

Henüz Emevi çağında ve hemen sonrasında Abbasî günlerinde pek çok İslam alimi, zalim hükümdarlara boyun eğmemek için göç etmeyi seçti. Bu göçü Hz. Peygamberin hicretinden farklılaştıran, bunun müşriklerin uygulamalarından değil, Müslümanlar arasındaki ihtilaftan veya İslam ahkamının hakkıyla uygulanmamasından kaynaklanması ve aslında bir tür “sürgün” niteliğinde olmasıdır. İmam-ı Şafii’nin Mısır’a yerleşmesi, İmam Kuşeyrî’nin on yıl yurdundan uzak kalması bunun en çarpıcı misallerindendir.

3. İslam ordularının yenilmesinden sonraki göçler

İslam ordularının yenilgileri çekilmeyle sonuçlandığında İslam nüfusu da ordunun ardından yerinden olmak durumunda kalmıştır. Bu göç, istila edilen İslam topraklarından istila altında olmayan İslam topraklarına geçişi ifade eder.

Bunun ilk örnekleri arasında Malatya ve çevresinin Abbasî-Emevî ihtilafı fetret devrinde Bizans katlinden kurtulmak için göç etmesi vardır.  Bu tür göçler zorunluydu, zira göç etmeyen ölümle dinini değiştirmek arasında kalırdı. Katliam, yağma, tecavüz, baskı, tecrit, sürgün ve zorla asimilasyon Müslümanları ister istemez İslam medeniyetinin eserlerini artlarında bırakıp daha güvenilir bir alana çekilmek durumunda bırakıyordu.

Bizans kaynaklı bu tür ilk örnekleri, Endülüs ve Kafkasya takip etti. Avrupa’da Roma-Cermen İmparatorluğu’nun güçlenmesi Endülüs’te; Gürcülerin güçlenmesi ise Kafkasya’da Müslümanların toplu göçlerine yol açtı.

Müslümanlar, ilk kez bu göçlerle sarsıldılar. O sarsıntıyı Haçlıların istila ettiği Biladü’ş-Şam topraklarından göç izledi ve Miladî 10-11. Yüzyıllar Müslümanların “mağdur olarak” göç ettikleri yüzyıllar olarak kayda geçti, 12. Yüzyılın ilk üç çeyreğinde de bu süreç özellikle Biladü’ş-Şam’da işledi. Sonra Endülüs dışında, Müslümanlar yeniden güçlendiler ve yeniden “mağdur olarak” değil, “muzaffer olarak” göç ettiler, fetih için göç ettiler, fiziken fethettikleri yerleri manen fethetmek ve korumak için göç ettiler. Antakya’dan Kudüs’e kadar yol güzergahı boyunca meskun bulunan Kürt aşiretleri; Balkanlarda yerleşik Türkler bu doğrultuda oralara yerleşmişlerdir.  

4. Sömürge ve emperyalizm dönemi göçleri

Batı, İslam karşısında güçlenip kuvvet kazanınca Müslümanlar, bir kez daha felaket çağına girdiler. Daha 17. Yüzyıldan itibaren Osmanlı’nın Balkanlar ve Doğu Avrupa’da kaybettiği her toprak parçasında ümmetin evlatları İslam yurduna doğru çekilmek zorunda kaldılar. Bu sürecin ilk aşamasında Çarlık Rusya’sı Müslüman göçünün en önemli iticisi olarak öne çıktı. Çarlık Rusya güçlendikçe Müslümanları güneye doğru itti. Bu itiş, 20. yüzyılın başına kadar, Kırım, Kafkasya ve Orta Asya’nın kuzey kesimlerinde kitlesel Müslüman göçleri ile sonuçlandı. Çarlık Rusya’sının yol açtığı göçler, Sovyet Rusya’nın yol açtığı göçlerle devam etti. Sovyetler Birliği, ağırlığını Kürt, Çeçen ve Çerkezlerin teşkil ettiği Kafkas Müslümanlarını Sibirya’ya doğru sürdü.

Ne var ki Çarlık Rusya’sı biricik göç iticisi değildi, o yüzyıllarda. İngiltere, Hindistan’da; Fransa, Afrika kıtasında pek göçe yol açtı. Nihayet, İngiltere, Filistin’i siyonist işgale terk ederek İslam dünyasının 20. yüzyılda yaşadığı en büyük göç dalgalarından birine yol açtı. Filistinlilerin göçüyle beraber 1979’dan sonraki Afganistan muhacereti, Çin’in Doğu Türkistan’da ve Myanmar diktatörlüğünün yol açtığı göçler de Müslümanların büyük göç felaketleri arasındadır.

5. Mübadele yoluyla göç

Müslümanlar açısından mübadele, Balkanlar ve Hint kıtasında Müslüman nüfusun azaltılması için anlaşmalar yoluyla yapılan karşılıklı nüfus yer değiştirilmesidir. Kurtuluş Savaşı’nın ardından Balkanlardaki Müslüman nüfusun bir bölümü, Türkiye’deki Rum nüfusla mübadele edilirken Pakistan’ın bağımsızlığının ardından da Müslüman nüfus Pakistan’a sürülürken Pakistan sınırları içinde kalan Hindu nüfus Hindistan’a kabul edildi. Bundan dolayı bugün İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde milyonlarca Balkan göçmeni Müslüman Türk yaşamaktadır. Pakistan ve ondan kopma Bangladeş ise büyük bir nüfus sıkışıklığı yaşamaktadır.  

6. Ulus devletler kaynaklı göçler

Batı, İslam dünyasını fiziken işgal edemediği veya işgali sürdüremediği yerlerde krallık ve cumhuriyet adı altında ulus devletleri kurdu ya da bu devletlerin kurulmasını destekledi. O ulus devletler, hem İslamî kesime hem de ırkçı eğilimle etnik topluluklara karşı zalimce davrandılar, on binlerce kişiyi yurdundan ettiler.

Ulus devletler, bunun yanında ekonomide de başarısız oldular, müreffeh İslam dünyasını resmen talan ettiler. Geçmişin İslam dünyası savaştığı hâlde varlıklıydı. Ulus devlet çağında ise yüzyıldır tek kurşun sıkmamış İslam ülkeleri bile yoksulluğa, sefalete sürüklendi.

Neticede yüz binlerce Müslüman, zulümden dolayı veya geçim derdiyle yurdunu terk etti, dünyanın neresinde baskı görmeden yaşama ve geçim yolu bulduysa oraya gitti, başkalarının işinde kimi zaman iyi koşullarda kimi zaman bir köle gibi çalışmaya başladı. Bildiğim kadarıyla İslam tarihinde ilk kez Müslümanlar, geçim derdine düşerek gayri Müslimlerin yanında bu yoğunlukta çalışıyorlar.

Müslümanların bu siyasi veya ekonomik sorunlarla ilgili göçleri onlara yönelik bir asimilasyona dönüştürülmek istendi. Ama elhamdülillah, muhacir Müslümanların kayda değer bir kısmı gittikleri yerlerde kimliklerini kaybetmediler. İslam’ı var olmalarının, ahiretleri kadar dünyadaki saadetlerinin de kaynağı gördüler.

İslam, geçmiş çağlarda genel olarak iki yolla yayılmıştı: Fetihler ve ticari ilişkiler. Bunlardan birinde askeri üstünlük, diğerinde ticari üstünlük veya çekim söz konusuydu.

Son devrin muhacir Müslümanları, İslam’ın bu iki ana yolla dahi giremediği ülkelere İslam’ı bir işçi, bir mağdur olarak götürdüler, ne askeri ne ticari bir üstünlük veya çekim güçleri söz konusu iken İslam’ı yaşayarak ayakta durdular, önce örnek bir insan, sonra örnek bir topluluk oldular ve yarı kölesi oldukları kişileri dahi İslam’la tanıştırıp şereflendirdiler.

Bu, dünya tarihinin kaydettiği en ilginç dini davet örneklerinden biridir. Avrupa sosyolojisinin bunu görme şansı elde eden son teorisyenleri, buna karşılık hayretler içindeler ve aynı zamanda bir alarm halindeler. Bu alarm hâli Müslümanlara yönelik düşmanlık besleyenleri harekete geçiriyor ve yer yer saldırılara yol açıyor.

İşte Yeni Zelanda’da şehid olan Müslümanlar, böyle bir öykünün kahramanlarıdırlar. Onlar mağdur olarak gittikleri o on binlerce kilometre uzaklıktaki yurtta Müslüman kalmayı başarmış, zayıfken İslam’la güçlenmiş ve İslam için bir güç oluşturmuş modern çağın mücahit kahramanlarıdırlar.  (Dogruhaber)