7 soruda dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması: RCEP

Asya-Pasifik bölgesindeki 15 ülke, dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşmasına imza attı: "Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık" anlaşması. Uzmanlara göre, Çin'in ilk kez işin içinde olması gibi ilkleri barındıran bir anlaşma bu. İşte detaylar...

7 soruda dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması: RCEP

15 Asya-Pasifik ülkesi, dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması olarak bilinen Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık anlaşmasını imzaladı.

8 yıl süren müzakerelerin ardından varılan anlaşmada imzalar, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliğinin (ASEAN) 37. Liderler Zirvesi kapsamında düzenlenen Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) görüşmesinde atıldı.

Görüşmede konuşan Singapur Başbakanı Lee Hsien Loong, RCEP anlaşmasını "büyük bir dönüm noktası" diye niteledi ve "8 yıl boyunca yapılan 46 müzakere ve 19 bakanlık düzeyinde görüşmelerin ardından bugünlere geldik. Bu süreçte yorulmadan çalışan ilgili ülkeler ve bakanların çabalarına çok minnettarım" dedi.

Peki RCEP anlaşmasının detayları neler? Atlı Global Kurucu Direktörü ve Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Altay Atlı'nın değerlendirmeleri ile bazı sorulara yanıt aradık.

Hangi ülkeler imzaladı?

ASEAN üyeleri Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Filipinler, Singapur, Tayland ve Vietnam ile birliğin diyalog ortaklarından Avustralya, Çin, Japonya, Güney Kore ve Yeni Zelanda.

Müzakereler ne zaman başladı?

Dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması olan RCEP için ASEAN üyesi ülkeler ile Çin, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda ve Hindistan arasında müzakereler 2012'de başladı. 2 yıl içinde sonuçlandırılması hedeflenen anlaşma, bölge ülkelerinin farklı ticari öncelikleri nedeniyle sürekli ertelendi. Geçen yıl ASEAN Artı Üç zirvesinde Hindistan, Çin ürünlerinin Hindistan'a ucuz fiyatlarla girmesinden endişe duyarak RCEP müzakerelerinden çekildi.

Fotoğraf: Reuters

Anlaşmayla sağlanan kazanç ne?

RCEP, 15 ülke ve 2,1 milyarlık nüfusu kapsıyor. Küresel gayri safi yurt içi hasılanın yüzde 30'una tekabül ediyor.

Neden önemli?

RCEP anlaşmasının Çin'in Asya-Pasifik bölgesindeki ekonomik hakimiyetini artırması öngörülüyor. ABD ve Avrupalı şirketlerin serbest ticaret bölgesinin dışında bırakılıp dezavantajlı konuma getirileceği de bir başka tahmin.

Singapur Başbakanı Lee, küresel büyümenin yavaşladığı bu zamanlarda RCEP anlaşmasının ileriye dönük büyük bir adım olduğunu ifade etti.

Malezya Uluslararası Ticaret Bakanı Muhammed Azmin Ali ise RCEP'in kan, ter ve gözyaşıyla örülmüş sekiz yıl süren pazarlıkların sonucu varılmış bir anlaşma olduğunu belirterek, bölgede yeni bir dönemin başlayacağını söyledi.

Atlı Global Kurucu Direktörü Dr. Altay Atlı

[Atlı Global Kurucu Direktörü Dr. Altay Atlı]

TRT Haber'e konuşan Atlı Global Kurucu Direktörü Dr. Altay Atlı, anlaşmanın önemini detaylandırarak tek tek anlattı.

"Her açıdan büyük bir anlaşma. 15 ülke var bunun içerisinde ve bunun 10 tanesi ASEAN, Güneydoğu Asya Ülkeleri Örgütü üyesi ülkeler. Onun dışında Çin, Japonya, Kore gibi sadece Asya’nın değil dünyanın en büyük ekonomilerinin 3 tanesi içerisinde. Artı bir de Avustralya ile Yeni Zelanda var. Hindistan da vardı. O zaman zaten iyice büyük bir yapı oluyordu. Bu ülkelere tek tek baktığınızda zaten hepsi son derece büyük, ekonomik açıdan ağırlıkları olan ülkeler. Bunları bir araya getirdiği için dünyanın en büyüğü deniliyor.

Daha onay süreci var

Tabii şuna da bakmak lazım. Şimdi 15 ülkeyi alt alta listelediğiniz zaman, ekonomik büyüklüklerini veya nüfuslarını toplayın, dünyada çok büyük bir şey çıkıyor karşınıza, bu tamam. Ama tabii şu da var: Birincisi, bu imzalandı, mutlaka çok önemli ama daha önce de bu bölgede zaten serbest ticaret anlaşmaları vardı. ASEAN’ın yani bu bahsettiğim 10 ülke, ASEAN ülkelerinin zaten bahsi geçen, diğer kalan 5 ülke ile yani Çin, Japonya, Kore, Avustralya, Yeni Zelanda zaten tek tek serbest ticaret anlaşmaları vardı daha önce de. Bu onun üstüne geldi. Tabii ki önemsiz değil. Şimdi hepsi tek bir serbest ticaret alanı olmuş oldu. Yani sadece ASEAN’dan diğer ülkelere tek tek anlaşmalar yerine hepsini kapsayan tek bir serbest ticaret anlaşması oldu ya da olacak diyelim. Çünkü bu anlaşmanın imzalanması yetmiyor. 15 tane ülkede parlamentolarda bunun onaylanması gerekecek. Daha önce bir Trans Pasifik Ortaklığı Anlaşması vardı bu bölgede 12 ülkeyle ve ABD başı çekiyordu. İmzalanmıştı da anlaşma ama daha sonra Trump geldiği zaman o gündemden kaldırıldı, onaylanmadı ABD tarafından. Yani bir de o var. Daha bunun onaylanma süreci olacak. Ama neresinden bakarsanız bakın sonuçta bu önemli bir gelişme.

"ABD yok, dünyaya verilen mesaj önemli"

Birkaç açıdan da önemli. Birincisi zamanlaması önemli çünkü dünyada bakın kaç yıldır Trump’la birlikte de diyelim ama bunu sadece Trump’a atfetmek de çok doğru değil. Dünya farklıydı, Trump’la birlikte birden böyle değil. Birtakım dinamikler zaten vardı. Ama son 4 yıldır gerçekten giderek dünyada ticarette korumacılığın arttığı, aynı zamanda çok taraflı açılımlar yerine tek taraflı hani ‘Ben yaptım oldu’culuğun küresel ekonomide devam ettiği bir süreç vardı. Şimdi bu süreç içerisinde tam tersine bir girişim bu. Korumacılığı yani tek taraflı, bir tarafa iten ve çok taraflılık ve entegrasyon vurgusu yapan bir girişim. Dolayısıyla verdiği mesaj, dünyaya verilen mesaj da önemli burada. Onun dışında baktığımızda, tabii ki şu; bunun içinde ABD yok. Bu Bir Pasifik bölgesinde anlaşma. Ama Pasifik’in Asya tarafında da sonuçta ABD’nin her anlamda büyük bir etkisi var. 2. Dünya Savaşı’ndan beri var. Ama şimdi ABD’nin içinde olmadığı bir anlaşma üzerinden entegrasyon çabaları. O da şu: ABD madem çok şikayetçi bu tür oluşumlardan, Trump döneminde en azından böyleydi, işte ‘ABD’ye ihtiyaç yokmuş demek ki, ABD olmadan da oluyormuş’ şeklinde bir mesaj daha var.

Fotoğraf: Reuters

Çin açısından bir ilk

Diğer bir önemli tarafı da şu: Çin ilk kez böyle bir şeyin içine giriyor. Yani Çin evet serbest ticaret anlaşmaları vs yapardı, yapıyor da ama ikili bazda yapardı. Yani giderdi... Gürcistan’la bile var anlaşması. Ama çok taraflı anlaşmaya ilk kez katılıyor Çin. İlk kez imza koyuyor böyle bir anlaşmaya. Dolayısıyla bu da Çin’in gidişatı, gelecek vizyonu açısından da önemli. Çin’i biraz daha bundan sonra bu tür platformlarda görebiliriz. Bu da şaşırtıcı değil. Şöyle bir veri de bu vesileyle paylaşıldı, onu da ben sizinle paylaşayım: Çin’in en büyük ticaret ortağı Avrupa Birliği idi. Yani ülke olarak değil, AB’yi bir blok olarak aldığınızda. Ülkeler bazında bakarsanız Çin’in en büyük ticaret ortağı ABD. AB’ye tek bir blok olarak bakarsanız AB birinciydi. Artık bu sene itibarıyla AB değil 10 ülkeden oluşan ASEAN, AB’yi geçti Çin açısından. Avrupa ile ticaretinden daha çok ticaret yapıyor ASEAN’la. Aslında normal de çünkü coğrafi olarak komşular sonuçta. Bu da Covid ile birlikte de zaten belirginleşen bir durum. Çin’in biraz daha yakın coğrafyaya ağırlık vermesi, kendi iç pazarına ağırlık vermesiyle ilgili bir durum da artık zaten var. İhracata baktığınızda da biraz uzaklardan yakınlara doğru dünyanın kayması var. 

"Anlaşma tedarik zincirlerinin geleceği ve sağlıklı çalışması için önemli"

Küresel ekonominin giderek daha kapalılaştığı bir dönemde, içine kapandığı, korumacılığın arttığı bir dönemde bunun yapılmış olması olumlu dedik. Şu açıdan da olumlu: Özellikle Covid ile birlikte tedarik zincirlerini çok tartışmaya başladık; bu tedarik zincirleri ne olacak, Asya’daki tedarik zincirleri ne olacak... Tedarik zinciri dediğimiz zaman da Asya’nın her tarafında gördüğümüz, içinde Amerika’nın da Batılı şirketlerin de olduğu, bir ürünü düşündüğünüz zaman, bu ürünün farklı parçaları farklı yerlerden geliyor, tek bir yerde üretiliyor ve oradan başka yerlere ihraç ediliyor. Apple’ın cep telefonlarını iPhone’ları düşünün, arkasında yazar; ‘California’da dizayn edilmiştir, Çin’de montajı yapılmıştır’ yazar. O montaj yapılırken de onun parçaları başka ülkelerden geliyor aslında, hepsi birden Çin’in içinde yapılmıyor. Bunlar tedarik zincirleri ve ‘Covid ile bunlar ne olacak?’ demiştik. ‘Ticaret savaşlarıyla birlikte de bunlar ne olacak?’ demiştik. Tedarik zincirlerinin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi için serbest ticaret anlaşmaları çok önemli. Neden? Çünkü farklı farklı yerlerden parçalar gelecek, Çin’de montajı yapılacaksa o geldiği ülkelerle Çin arasında vergi falan olmaması lazım ki bu işin bir mantığı olsun. Yoksa ben Çin’de üretim yapacağım. Diyelim ki bir Türk firması olarak Çin’de üretim yapıyorum. Ürünümün farklı ara mamullerini, parçalarını da civar ülkelerden alıyorum çünkü o parçanın Vietnam’dan gelmesi Çin’de yapmaya göre daha ucuza geliyorsa oradan getiririm. Ama bunun için önemli olan o malın Vietnam’dan Çin’i vergisiz olarak geliyor olmasıdır. Yoksa yüzü astarından pahalıya çıkar bu işin, her şeye vergi ödersem... Dolayısıyla bu tedarik zincirlerinin de Covid’den ve ticaret savaşlarından olumsuz etkilendiği bir dönemde anlaşma bence tedarik zincirlerinin geleceği için de sağlıklı çalışması için de çok önemli bir gelişme.

20 yıla yayılacak, tarımı kapsamıyor

Bu tür anlaşmaların kapsamına da bakmak lazım çünkü genelde bu tür anlaşmalar sadece tarifelerin, gümrük vergilerinin indirilmesi olmuyor. Başka şeyler de içine eklenebiliyor. Buna baktığımız zaman orada da çok kapsamlı bir anlaşma değil. Gümrük tarifeleriyle ilgili bir şey var evet ama o da hemen imzalandı, onaylanır onaylanmaz şeklinde olmayacak o tarifelerin indirilmesi. 20 yıla yayılan bir takvim ile olacak. Hemen imzalandı, Meclislerden de geçti, ertesi gün herkes ticaretini yapsın, bütün şeyleri sıfıra indirdik diye bir şey yok. Olsun, yine bu da önemli. Bir de bu daha çok sanayi ürünlerini içeren bir anlaşma, tarım çok fazla kapsam içine girmiyor ki zaten giriyor olsa muhtemelen imzalanamazdı bu anlaşma çünkü tarım konusunda çok ciddi farklılıklar, görüş ayrılıkları var. Tarım zaten bütün dünyadaki küresel ticaret müzakerelerinde çok hassas bir konu. 

Onun dışında fikri mülkiyet olsun teknoloji transferi olsun, bu tür konularda çok bir şey getirmiyor. Daha çok bu tarifelerin ama zamana yayılarak indirilmesi."

Fotoğraf: Reuters

ABD'nin tutumu nasıl olur?

Kısa bir süre önce başkanlık seçimlerini yapan ve iç politikada belirsizliklerle uğraşan, RCEP anlaşmasında da yer almayan ABD'nin nasıl tutum sergileyeceği de bir diğer kritik konu. Dr. Altay Atlı'nın değerlendirmeleri şöyle:

"Bir yandan pandemiyi tartıştığımız, bir yandan hayatı normalleştirmeye çalıştığımız bir yandan da aşı haberlerinin geldiği bir dönemdeyiz. Asıl şu anda hayatın bundan sonraki normal hali nasıl olacak, bunu asıl şimdi ciddi ciddi tartışırız. Çünkü mart gibi bunun geçici olduğunu düşünüyorduk, şimdi yeni dünyayı nasıl tasarlayacağımızı düşünmemiz gerekiyor. Çünkü 2 ay eve kapandık, bitti, hadi kaldığımız yerden devam olmadığını gördük. Böyle bir dönem. Bir de ABD’de bir seçim oldu. Belirsizlikler olmakla birlikte herhalde ABD’de yeni bir dönem başlayacak. Bu anlaşmayla birlikte ele alırsak, Biden ile birlikte ABD’nin tavrı nasıl olacak? Biden’la birlikte birçok şey belki aynı kalabilir. Çin’e karşı ABD’nin tutumu birden bire değişmeyecek ama açıkçası ben özellikle biraz da bu tür çok taraflı girişimlere karşı daha akılcı bir tutum bekliyorum yeni yönetimden. O zaman burada şunu görebiliriz; ABD buna karşı çıkmak ya da yeni bir krize sürüklemek değil belki de ‘Madem böyle bir şey var, ben bunun içerisinde nerede yer alabilirim?’ diye düşünebilir. Kaldı ki üye ülkelere baktığımız zaman içerisinde çok ciddi bir şekilde ABD’nin müttefikleri de var; Japonya, Kora, Avustralya bunlar da var. Trump sonrası dönemde, ABD’nin çok taraflı oluşumlarla ilişkilerini düzeltme çabaları bağlamında RCEP’e karşı, bu yeni oluşuma karşı daha yapıcı bir tutum... Bunu tabii bilemiyorum nasıl olabilir ama tabii şu da var; imzalandıktan sonra 18 aylık bir süre geçmesi gerekiyor. 18 aydan sonra yeni üyeler de yeni katılmak isteyen ülkeler de müzakerelere başlayabiliyorlar. Bunu göreceğiz, olmayabilir de. Ama daha yapıcı bir yaklaşım olabilir diye düşünüyorum.

"Daha pragmatik bakılacaktır"

Trans Pasifik Ortaklığı vardı, TPP. 12 ülke vardı, Obama zamanında imzalanmıştı. Trump gelince çekildi bundan. Bunun içerisinde Çin yoktu, Japonya vardı, Japonya bu son anlaşmada da var. Önemli olan orada Çin yoktu, ABD vardı. Bir taraftan da bunu göreceğiz. Şu da söyleniyor; Biden’ın ilk işlerinden bir tanesi aslında buna geri dönmek de olabilir. Hele de Asya’da artık böyle bir alternatif oluşum da imzalandığına, hayata geçirildiğine göre belki de Biden döneminde aslında ABD’nin zaten öncü olduğu ama Trump’la bunun gündemden kaldırıldığı başka bir anlaşmaya, Trans Pasifik Ortaklığı Anlaşması’na ki onun içerisinde Asya ülkeleri de var, Pasifik’in öbür tarafından işte Latin Amerika’dan falan ülkeler de var. Böyle bir şeye de gidilebilir. Ben açıkçası şunu beklemiyorum yani bu tür oluşumlarla birlikte ticaret savaşlarının daha şiddetlenmesi, farklı boyutlara ulaşmasından ziyade, açıkçası bundan sonra hele Covid’in etkilerini de çok sert bir şekilde yaşayan bütün dünya ekonomilerinin bunlara biraz daha pragmatik biraz daha ‘Bize ne çıkar bundan, biz nasıl faydalanabiliriz bundan?’ şeklinde yaklaşacaklarını düşünüyorum. Çünkü Asya dediğiniz zaman Avrupalılar için de bu birçok anlamda vazgeçilmez ekonomiler. Yani yatırım anlamında olsun ticaret anlamında olsun sermaye anlamında olsun. Tamamen artık yani onu dışarıda bırak, onu engelle, ona yaptırım uygula, tamam son 4 yıldır bunları çok gördük ama hele şimdi bir de Covid ile birlikte artık kimsenin bunları kaldıracak hali yok. Dolayısıyla ben biraz daha aslında bunun yapıcı bir etki yaratacağını düşünüyorum, daha pragmatik bakılacağını düşünüyorum."

Hindistan neden çekildi?

Dünyanın bir başka büyük ekonomilerinden Hindistan'ın anlaşmadan geçen yıl çekilmesine ayrıca parantez açmak gerekiyor. "Oyunun dışında kaldılar" diyen Dr. Atlı, bunun nedenlerini şu şekilde sıralıyor:

"Bahsettiğimiz pragmatizmin dışında kalan bir ülke var burada, o da Hindistan. Hindistan çok büyük bir ekonomi, büyümeye de devam ediyor. Hindistan olsaydı bu da önemli olacaktı ama Hindistan’ın şöyle bir şeyi oldu: Hindistan ekonomisinin özellikle diğer Doğu Asya ülkelerinden bir farkı var. Çin, Japonya, Kore, Malezya, Endonezya gibi bu ülkelerde bunların ekonomik kalkınma süreçlerine baktığımızda bir ortak nokta görüyoruz. Bunlar hep düşük seviyeden başlayıp imalata yönelip düşük maliyet avantajını iyi kullanıp üretimi ihracata yönlendirerek, düşük maliyet olduğu için fiyatlarını da düşük tutarak kalkınmalarını sağladılar. Çin’in de hikayesi bu Japonya’nın da hikayesi bu. Kalkındıkça da düşük maliyetten artık daha yüksek katma değere doğru adımlar atmaya başladılar. İmalat sektörü ağırlıklıydı. İmalat sektöründen sonra hizmet sektörü onu tamamlayıcı olarak gelmeye başladı. Hindistan ekonomisine baktığımızda ise, büyük bir tarım sektörü, hani yüz milyonlarca insana ekmek sağlayan bir tarım sektörü ve bunun dışında çok güçlü bir hizmet sektörü. Hindistan denilince aklımıza call center’lar falan geliyor. Doğu Asya’dan farklı olarak Hindistan’da o ortadaki, tarım ile hizmet sektörü arasındaki o ara güçsüz kaldı. O da imalat sektörü.

"Made in India değil, Make in India"

Şimdilerde Hindistan imalat sektörünü geliştirmek için çaba gösteriyor. Hatta işte Hindistan Başbakanı Modi ile birlikte ‘Made in India’ değil ‘Make in India’, ‘Gel, Hindistan’da imalatını yap’. Çünkü Hindistan’da şu anda imalat sektöründeki işçilik Çin’in yaklaşık 4’te 1’i kadar. Yani düşük maliyet arayanlar artık Çin’e gitmesin, Hindistan’a gelsin, biz de o süreci yakalayalım. Çünkü biz tarım ve hizmet sektörüne ağırlık verdik. Hizmet denilince içinde birçok şey var, teknoloji de var ama imalat geride kaldı hep. Şimdi onu geliştirmeye çalışıyorlar. Ama o zaman da şöyle bir endişe oluyor; ‘Ben kendi imalat sektörümü geliştirmeye çalışırken bu anlaşmayla birlikte Çin’in ürünleri benim piyasama girdiği zaman nasıl rekabet edeceğim ve kendi imalat sektörüm nasıl gelişecek?’ Gelişemeyecek. Çünkü Çin’den mallar daha kaliteli ve daha ucuza gelecekler. O zaman Hindistan’daki imalat gelişemeyecek. Hindistan’ın çekincesi buydu. Bu yüzden çekildiler. Ama bu oyunun dışında kalmış oldular. Çin malı Hindistan’a gelecekti de Hindistan malı da Çin’e, Japonya’ya vs gidecekti. Yani bu işler iki taraflı oluyor. Ama demek ki Hindistan bütün hesaplarını buna göre yaptı. Artı eksi tarttığı zaman demek ki eksilerin ağır batığını gördü ki çekildi, öyle diyelim."

Türkiye’yi ilgilendiriyor mu?

Peki bu büyük anlaşma Türkiye'yi nasıl etkiler? Atlı'ya göre, Türkiye bölgeyi takip edip pozisyon alırsa geniş imkanlar yakalayabilir.

"Türkiye açısından da burada yatırım, üretim yapan birçok firmalarımız var. Burası yatırım açısından daha cazip hale geliyor, bu bahsi geçen ülkeler. Falanca ülkeye gitmiş olan bir Türk firması artık bu anlaşmadan faydalanarak kendi tedarik zincirlerini ona göre şekillendirebilecek, burada oluşan imkanlardan faydalanabilecek. Eksi tarafı ise şu, bu bölgenin kendi içindeki ticaret artınca, zaten bu bölgeye karşı çok ciddi bir ticaret açığımız var. Bu ülkelerin tamamıyla ihracatımız, ithalatımızın çok gerisinde. İhracatımızı artıralım dediğimiz zaman orada yine bir etkisi olacak. Çin’e falanca ürün ihracatı yapmaya çalışırken artık o ürün başka bir ülkeden daha düşük vergi nedeniyle daha ucuza gelecekse bizden almayacak da ondan alacak. Çin’le serbest ticaret anlaşmamız şu an yok. Dolayısıyla ticaret alanında ihracatımızla ilgili bize bazı olumsuzluklar olabilir ama böyle bakmamak lazım, daha geniş perspektiften bakmak lazım. O zaman bence bu Asya ülkelerine gidip orada kalıcı olmak, yatırımlar yapmak isteyenler için de daha geniş imkanların olacağı bir dönem olacak bence. Bu durumlarda bardağın bir boş bir de dolu tarafı olur genelde. Boş tarafının farkında olup dolu tarafında ne yapabiliriz, ona bakmak lazım. Odaklanırsak burayı daha da doldurabiliriz."

TRT