İdare mi, İrade mi? / Muhammed Hadi

İrade insana verilmiş en büyük ve en etkili güçtür. İmkanın dairesi, imanın dairesi kadardır. Bu anlamda, imanımızı görmek istiyorsak, imkanımız dahilinde yaptıklarımıza bakmalıyız.

İdare mi, İrade mi? / Muhammed Hadi

Sünbül Sinan Efendi, bir gün müritlerine şöyle sorar:

- Eğer Cenab-ı Hak, bu kâinatın idaresini size vermiş olsaydı ne yapardınız?
Böyle bir soru ile hiç karşılaşmamış olan müritler çok şaşırırlar. Fakat hocalarına bir cevap verebilmek için düşünüp, farklı farklı görüşler ileri sürdüler:

- Efendim, dünya üzerinde bir tek kafir bırakmazdım!

- Bütün kötülükleri yok ederdim!

- İçki içenleri helak ederdim! 

İçlerinden biri ise cevap vermeden susuyordu. O kişi, Sünbül Sinan Hazretlerinin dikkatini çekti ve ona bakarak sordu:

- Evladım! Ya sen ne yapardın? Edebinden yüzü kızaran mürit, büyük bir mahcubiyet içinde dedi ki:

- Efendim! Allah Teâlâ’nın  bu kâinatı idaresinde -hâşâ- bir noksanlık mı var ki, ben farklı bir şey yapabileyim? Kainattaki ilahî düzen, kusursuz bir şekilde işlerken ben aciz ve kısıtlı aklımla; “şunu şöyle yapardım, bunu böyle yapardım!” diyebilir miyim? Ne haddime!

Bu soru bize sorulsaydı, acaba biz ne cevap verirdik? 

Muhakkak her birimizin farklı cevapları olacaktır. Ayrıca böyle bir soru karşısında şunları da hatırlatmak isterim: Her ne kadar kainatın idaresi bizde değilse de irademizin idaresi bizlere verilmiştir. İrade insana verilmiş en büyük ve en etkili güçtür. Bu irade gücünü doğru kullanırsak, Allah’ın izni dahilinde, değiştiremeyeceğimiz hiç bir şey yoktur. Bu değişikliğin başlangıç noktası insanın kendisi olmalıdır. Muhakkak ki her insanın kendisinden memnun olmadığı yönleri vardır. Bu yönlerimizi değiştirebilme imkanımız da vardır. İmkanın dairesi, imanın dairesi kadardır. Bu anlamda, imanımızı görmek istiyorsak, imkanımız dahilinde yaptıklarımıza bakmalıyız.

Sünbül Sinan Efendinin talebesi olmak, kötülüğe rıza göstermek değildir. Bilakis, Allah’ın ilminden ve kudretinden emin olup üzerimize vazife olmayan, güç ve takatimizi aşan meselelerde, ümitsizlik göstermeden, üzerimize düşeni hakkıyla yerine getirmektir. 
İrademizin idaresinde olan sorunlarla ilgilenmeyip, irademizi aşan meselelerde şikayetçi olmak, tutarlı ve samimi bir davranış değildir. 

Aslında tam da yapılan bu değil midir? 

Haddi aşmış topluluklara karşı, Allah’ın had ve hudutlarını bilip, ona göre bir hayat tarzı içerisinde olmamız gerekirken, şikayetçi olduğumuz topluluklara benzeşmemizi, neyle ifade edebiliriz ki!

Çoğu insan kötülüklerden mustarip olsa da ne yazık ki, kötülüğü def etmek ya da ıslah etmek için çok az insan mücadele vermektedir. Genel mantık ve işleyiş; “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıdır. Bin yıl yaşayan yılanlar her geçen gün daha bir güçleniyor ve bizim büyümesine razı olduğumuz günahlar olarak karşımıza çıkıyor, ne yazık ki!
 

“Şüphesiz ki Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler.”(Yunus 44)