İbret alan var mı? / İbrahim Kızar

Son yıllarda, son zamanlarda yaşanan olaylardan, başımıza gelen musibet ve felaketlerden, yıkılan şehirlerden, harabeye dönen yerleşim yerlerinden ve kaybettiğimiz canlardan, ibret ve ders alan var mı?

İbret alan var mı? / İbrahim Kızar

Son yıllarda, son zamanlarda yaşanan olaylardan, başımıza gelen musibet ve felaketlerden, yıkılan şehirlerden, harabeye dönen yerleşim yerlerinden ve kaybettiğimiz canlardan, ibret ve ders alan var mı?

Bizden önceki ümmetlerin, insanların şehir ve ülkelerin yok olmalarını, yerle yeksan olmalarını, suda boğulmalarını, yerin dibine geçmelerini, Allah (C.C)’ın Kitabında haber vermesi ile biliyoruz vede bazılarının kalıntıları günümüze kadar hala ayaktadır.

Musibetlerden, felaketlerden, yıkım ve ölümlerden ders çıkarıp ibret almak, kendine bir hisse almak çok önemli değilmidir?.

Allah (C.C)’ın Kitabında da sık sık insanları akletmeye ve ibret almaya teşvik edilmektedir. Olaylardan, musibet ve felaketlerden ders çıkarmak, aklını kulanarak ibret almak icab etmiyor mu?.

Yakın zamanda Türkiye’de başta Adıyaman, Hatay ve Maraş olmak üzere bir çok ilde yıkıma ve onbinlerce insanın canına mal olan deprem felaketi yaşandı. Fas'ta meydana gelen, bir çok şehirde yıkım ve can kaybına sebep olan Marakeş Depremi ve Libya’da onbinlerce insanın boğarak ölmüne sebep olan sel felaketi.

Bu büyük felaketler başta en çok düşünmesi gerekenleri, (idare makamına oturup bir daha kalkmayanları) sonra bizleri düşünüp ibret almaya sevk etmesi gerekmez mi?

Yoksa depremi fay hatlarına, sel sularını fırtına ve barajların patlamasına bağlayarak hiç üzerimize alınmadan hayatımıza kaldığımız yerden devam mı edeceğiz.

Elbet ve elbet sebepler dünyasında yaşıyoruz ve her olayın muhakkak madi bir sebebi vardır. İyi biliyoruz ki daha önce helak olanlarda ya rüzgarla ya yağmurla yada zelzele ile yani maddi bir sebep ile helak olmuş, kıyametleri kopmuştur.

Kendi adıma söyleyeyim ki ben bu felaketlerin peş peşe gelmesinden endişe ve huzursuzluk duymaktayım.

Coğrafyamızın her tarafında yaşanan içten ve dıştan tahrikli onyılları aşan savaşlar, bu savaşların getirdiği kitlesel göçler ve fakirlik, dul kadınlar ve yetim çocuklar, göç yollarında çeşitli şekillerde hayatını kaybeden insanlar, cesetleri kıyıya vuran yavrular, beni rahatsız etmekte ve bana huzursuzluk vermektedir.

Sığındıkları ülkelerde, kardeş gördükleri tarafından hor görülen, bazen dövülen, bazen öldürülen, İslam ülkelerinde, kardeş dedikleri arasında, kendini güvende hissetmeyen mültecilerin durumu beni rahatsız etmektedir. Sanki büyük bir kısmımızdan vijdan ve merhamet kaybolup gitmiştir.

Halbuki kardeşlerimizin arasını bulmak, orman yangınlarını söndürmek için verdiğimiz çabadan daha çok iç savaşları durdurmak için çalışmamız gerekmezmiydi. İnsanların hayatlarının, canlarının otlar ve ağaçlar kadar bir kıymeti yok mu?.

Korkarım ki biz orman yangınlarını var gücümüzle müdahele edip en hızlı şekilde söndürmeye çalıştığımız gibi, coğrafyamızdaki içten ve dıştan tahrikli savaşları sona erdirmek için var gücümüzle çalışmaz isek, yerden ve gökten başımıza musibetler yağmaya devam edecektir.

Suriye iç savaşla yanamaya devam ediyorken, Libya iç savaş ile fiilen ikiye bölünmüş iken. Filistinler, yahudi belası yetmezmiş gibi, mülteci kamplarında bile bir birini yerken, kulaklarımıza pamuk tıkayıp dünyanın her yerinden gelen Müslümanların feryadlarını duymazdan gelmeye devam ediyorken, müminler ancak kardeştir ayetini okuyup durduğumuz halde Müslüman Kürdün elindekine göz dikip, gavur için istediğini kardeş gördüğü Müslüman Kürdten esirgemeye devam ediyorsak, başımıza gelen musibetler daha da artmaya devam edecektir.

Hiç birimiz de masum değiliz. Ne ders alıyor, ne ibret alıyor ne de akl ediyoruz. Zalime yardım ediyor ve kardeşlerimizi ezmeye çalışıyoruz.

Unutmyalım ki her şeyi gören ve bilen Allah var ve O’ndan hiç bir şey saklı kalmaz.