İbadetler amaç değil, araçtır / Nurullah Yılmaz

Eğer ibadetler bizi daha merhametli, daha şefkatli, daha iyi, daha vicdanlı, daha adil, daha bilinçli, daha kaliteli, daha ahlaklı, daha insan yapmıyorsa, o ibadet ibadet olmaktan çıkmıştır. O ibadet asıl fonksiyonunu yitirmiştir.

İbadetler amaç değil, araçtır / Nurullah Yılmaz

İbadetler, Müslüman’ın olmazsa olmazıdır.

Ancak, ibadetler  asıl “amaç” değil, aksine daha yüksek bir gayeye hizmet eden “araç”lardır.

Ne yazık ki amaç ve araç dengesini tutturma noktasında büyük bir yanılgı içindeyiz. Evet, ehli ilim ve ehli irfan halkın ibadetleri dahi terk ettiğini bildiği için en azından ibadetlerini yapsın kaygısıyla sürekli ana hedef olarak ibadetleri anlatıyor, teşvik ediyor(du). Olur da, bu ibadetler insanı erdem ve kemal noktasında daha bir üst mertebeye taşır diye…

Yanlış mı, yaptılar ? Hayır.

Ancak ibadetler, sürekli asıl hedefmiş gibi vurgulanınca daha önemli bir ayrıntı göz ardı edildi, ediliyor. İbadetler nihai bir hedef değildir. Asıl amaç, her yönüyle düzgün bir kul ve “insan” olmaktır. Yani Allah’ın istediği şekilde inşa olmak ve inşa etmeye gayret etmektir.

Bu hakikat, ya sehven ya da başka saiklerle göz ardı ediliyor. Ondandır, bazen ibadet yapanlar veya yaptığını sananlar kendilerini kurtulmuş addeder ve her türlü kalbi, ahlaki ve toplumsal noksanlığı umursamaz..

Oysa, “insan” olunmadan Müslüman olunmaz, olunamaz. Peygamber bu duruma en iyi örnektir. Bütün bir hayatı bunun gerçeğin ispatı olabilecek örneklerle doludur.

Bunu dile getirirken, ibadetleri küçümsediğimiz, basit gördüğümüz, gereksiz ve önemsiz addettiğimiz anlaşılmasın. Hayır? Kesinlikle… İbadetsiz bu hasletlere erişmek zordur, zaten.

İbadetler bu hedefe ulaşma noktasında en etkili vesiledir. İbadetler; iyiye, hayra, güzelliğe, merhamete, adalete, dürüstlüğe ve ahlaka davettir.

Ancak, demek istediğimiz, ibadetin nihai hedef olmadığı gerçeğidir.

Mesela, Kur’an’da namazın amacı, insanı kötülükten alıkoyması olarak zikredilmektedir.

Namaz kılan biri kul hakkı yiyen, çalan, rüşvet alan, komşunun hakkını gözetmeyen, işçisinin alın teriyle kazandığı iki kuruşta gözü olan, patronunun hukukuna riayet etmeyen, yalan konuşan, ahlaksız biri olabilir mi?

Namazının günde 5 defa kılan biri, namazın kendisini sürekli disipline ettiği biri, zamanın, düzenin, disiplinin önemini görmezden gelebilir mi? Söz verdiği zaman yerinde ve zamanında gelmemezlik yapabilir mi?

Aksi durumda demek ki, kılınan namazdan hiçbir şey anlaşılmamış.

Hakeza, Orucun amacı ise insanı “takva”ya, yani “Allah’ın emirlerine layıkıyla riayet eden, sorumluluk bilincine sahip insana” ulaştırmasıdır.

Oruç tutan biri, yoksulun, düşkünün, fakirin ve açın halinden anlamamazlık yapabilir mi?

Zekatın, infakın, hayır ve hasenatın amacı yoksullullukla mücadeledir. Zekat’ın bu misyonunu bilen biri, kul hakkı yiyebilir mi? Başkasının malında gözün olabilir mi? Başkasının hakkına ve emeğine el uzatabilir mi?

Hacca giden birinin insanları, cinsiyet, renk, ırk ve dilleri yüzünden hor görmesi, aşağılaması küçümsemesi, dışlaması ve en temel haklarını gasp etmesi mümkün olabilir mi?

Dolayısıyla eğer ibadetler bizi daha merhametli, daha şefkatli, daha iyi, daha vicdanlı, daha adil, daha bilinçli, daha kaliteli, daha ahlaklı, daha insan yapmıyorsa, o ibadet ibadet olmaktan çıkmıştır. O ibadet asıl fonksiyonunu yitirmiştir.

Allah’ın bizim ibadetlerimize kesinlikle ihtiyacı yoktur. Bizim bu ibadetlerimizi yapmamızın veya yapmamamızın, O’na, ne bir faydası ne de bir zararı olabilir.

İbadetler aslında biz kullar içindir. İbadetlerin amaçlarından biri, şükür görevini yerine getirmek, diğeri ise daha düzgün ve erdemli “insan” olmaktır.

Dolayısıyla, ferdi veya toplumu düzene sokmayan ibadetler noksandır.

Peygamberin metodu da buydu. O önce insanlardaki noksanlıkların izalesi için uğraştı. Akabe Biatları ve Habeşistan’a Hicret eden Cafer bin Ebu Talib’in Necaşi’ye yaptığı konuşmalar iyi birer örnektirler.

Birinci Akabe Biatı’nda Peygamber Medinelilerden; “Hiçbir şeyi Allah’a eş koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, birbirlerine iftira etmeyeceklerine, emirlerine uyacaklarına” dair biat aldı.

İkinci Akabe biatında ise onları;  “…bollukta da darlıkta da gerekli malî yardımları yapacaklarına, iyiliği emredip kötülüğe engel olacaklarına, hiç kimseden çekinmeden hak üzere bulunacaklarına”, dair biat etmeye davet etti.

Asıl can alıcı ifadeler ise Cafer-i Tayyar’ın Necaşi’ye yönelik yaptığı konuşmada geçmektedir;

“Ey Hükümdar! Biz cahiliye karanlıkları içinde yüzen bir kavimdik. Putlara tapar, ölü hayvan eti yer, günah işlerdik. Akrabalarla ilişkiyi keser, komşulara kötü davranırdık. Aramızda güçlü olanlar zayıfları ezerdi. Allah bize aramızdan soyunu, doğruluğunu, güvenirliğini ve iffetini bildiğimiz bir elçi gönderinceye kadar bu şekilde yaşamaya devam ettik. Allah’ın elçisi, bizi Allah’ı birlemeye, O’na ibadet etmeye, bizim ve atalarımızın O’nun dışında ibadet ettiğimiz putları ve taşları terketmeye davet etti. Bize doğru söylemeyi, emaneti yerine getirmeyi, akrabaları ziyaret etmeyi, komşulara iyi davranmayı; haramlardan sakınmayı ve insanları öldürmemeyi emretti. Bize kötü ve günah fiiller işlemeyi, kötü söz söylemeyi, yetimlerin malını yemeyi, iffetli kadına iftira etmeyi yasakladı…”

Bu hususta bir diğer önemli nokta da namaz hariç –ki namazın yeri bambaşkadır- ibadet ve hükümlerin Medine de farz olmasıdır.

Dikkat edilirse, Namaz, hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mi'rac (İsra) gecesinde beş vakit olarak farz kılınmıştır. Namazın miracdan önce peygamberlikle birlikte iki vakit olarak farz kılındığı da belirtilmiştir. Daha sonra miracla beş vakite çıkarılmıştır.

Ramazan orucu, Peygamberimiz'in Medine'ye hicretinin 18. ayının başlarında; Zekat hicretin ikinci yılında Ramazan orucunun farz kılınmasından sonra;  hac ise, hicretin dokuzuncu senesinde farz kılındı.

Hakeza, diğer hüküm ayetlerinin hepsi Medine döneminde farz kılınmıştır.

Dolayısıyla, ağer namaz bizi kötülükten alıkoymuyorsa, oruç bizi sorumluluk ve duyarlılık sahibi yapmıyorsa, zekat bizi adil ve hak hukuka riayet edenlerden eylemiyorsa, hac bizi ayrımcılık yapmaktan alıkoymuyorsa, alacağımız daha çok yol vardır demektir. Bu durum diğer ibadetleri içinde geçerlidir.

Şu önemli  hususu akıldan çıkarmamak lazım. Peygamberimiz çok namaz kıldığı için, Kur’anı çok güzel terennüm ettiği için, orucu layıkıyla tuttuğu için, zekat verdiği için veya  hac ibadetinini çok güzel ifa ettiği için ona etmediler…

Peki niye iman ettiler?

Yirmi yıl, otuz yıl önce dahi kendisine yapılan bir iyiliği unutmayıp misliyle karşılık verdiği için, bir vefa timsali olduğu için etkilenip iman ettiler.

Doğru sözlü, dürüst, mütevazi, merhametli, şefkatli olduğu için iman ettiler.  Yoksula, düşküne, kadına, çocuğa, hayvana, doğaya karşı duyarlı olduğu için iman ettiler.

Bir peygamber, bir başkan, bir askeri komutan olmasına rağmen onu tanımayanlar sahabesinden ayırd edemediği için iman ettiler.

Nurullah Yılmaz / Habernas