Anglo-Sakson Amerikan İmparatorluğu’nun doğuşu -2 / Selahaddin Nasranlı

“Anglo-sakson” denilince İngiltere ve ABD ile bunları arkadan destekleyen Yahudi akıl ve sermayesi akla gelmelidir. Anglo-sakson ülkeleri ise başta Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda olarak sıralanmaktadır.

Anglo-Sakson Amerikan İmparatorluğu’nun doğuşu -2 / Selahaddin Nasranlı

“En usta sensin demek,
Gırtlak kesmede.” W. Shakespeare

“Anglo-sakson” tabiri denilince anadili İngilizce olan; devlet, ulus, felsefe, yapı, düşünce sistemi, hukuk sistemi, bilim ve zihniyet gibi yapılar akla gelmeli. Yani İngiltere ve ABD ile bunları arkadan destekleyen Yahudi akıl ve sermayesi akla gelmelidir. Anglo-sakson ülkeleri ise başta Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda olarak sıralanmaktadır.

Şu aralar gündeme oturan WASP ise; Beyaz Anglo-Sakson Protestan (White Anglo-Saxon Protestant), ifadesi olarak, ABD'de yaşayan beyaz efendi ırktan olan Anglo Saxon'ların Hristiyanlığın Protestan mezhebine mensup olanlarına verilen isimdir. ABD'de Barrack Obama ve John F. Kennedy dışında, bütün ABD başkanları WASP'tır. (1) Haliyle WASP, şu anki Amerikan devletinin kaymak tabakasını yiyen ve kendini onun asıl sahibi bilen beyaz tabakadır.

“Anglo-saksonlar”ın yani İngiltere ve ABD’nin bazı temel özellikleri vardır: Bunlar dış politikada daha realist, daha çıkarcı ve üstüncüdür. Ekonomide ise neoliberal, küreselleşmeci ve kapitalisttir. Bu ikisi, beyaz ittifakla birbirlerinin destekleyicisidirler. Gelenekleri içerisinde “darbe” olmamasının (olsa da başarısız olmasının) sebeplerinin başında liberal anlayış gelmektedir. Bundandır ki sivil-asker ayırımı pek yoktur. Seçilmiş ve atanmışlar arasındaki ilişki de uyumludur.

Kısacası İngiltere ve ABD'nin temsil ettiği “anglo-sakson model”, daha realist, daha çıkarcı, daha katı, ekonomi temelli bir modelken; (Almanya ve Fransa'nın temsil ettiği Kıta Avrupası modeli, daha idealist ve sosyal temelli bir modeldir.) (2) WASP ise bu medeniyetin; Protestan, beyaz ve efendi şeklindeki görüntüsüdür.

Geldiğimiz aşamada bu medeniyetin kuruluşunu İngiliz-Amerikan savaşı yani Amerikan Devrimi ile başlatırız.

Amerikan Devrimi: Şımarıklık tüm güçlü medeniyetlerin ana hastalığı. Onlar da çok zaman “Tarihin şımarttığı” kategorisinde. En özgürler (!) her nedense en şemarıklar olup kesilirler. “Özgürlük, Amerika için en büyük sözcük, yerliler için ise tercümesi dahi yasak bir ifadedir” der Crise Brazier. (3) Amerikan Anglo-Sakson uygarlığı da özgürlük ile başlamış, özgürleştikçe yerlileri yok etmiş, başardıkça ve kazandıkça da bir özgüven patlaması geçirmiştir. Bu sürecin ana düğümü elbetteki Amerikan Devrimi’dir. Amerikan Devrimi, modern dünyanın ilk devrimidir.

İç Savaş olarak (1775-1778) sürecin başında yani 1774’de I. Fledelfiya, 1776’da ise II. Fledelfiya konferansı toplanmış, burada birleşme kararı alan 13 koloni İngiltere’ye karşı bağımsızlık mücadelesine başlatmıştır. Özetle sunarsak, İkinci Kıta Kongresi toplanarak George Washington'u bütün koloni ordularına komutan atadı. 1776'da, Rhode İsland, Büyük Britanya'dan ayrılıp bağımsızlığını ilan eden ilk koloni oldu. 4 Temmuz 1776'da Kıta Kongresi Thomas Jefferson'ın “Bağımsızlık Bildirgesi” adı verilen manifestosunu onayladı.

Bildirgede; "Bu birleşik koloniler özgür ve bağımsız devletlerdir ve böyle olmaya hakları vardır. Büyük Britanya devleti arasındaki bütün politik bağlantılar tamamen sona ermiştir" deniyordu. Bu irade, süper güç İngiltere karşısında Koloniler olarak daha fazla direnemezlerdi. Ancak daha sonra, 1778'de durum tersine döndü: Fransa savaşa girip, eski düşmanı İngiltere'ye karşı Amerikalıların yanında yer almaya karar verecek ve daha  sonra Hollanda ve İspanya da isyana katılacaklardır. Mevcut durumda, bir kez daha koloniler Büyük Britanya'nın hazinesini boşaltıyordu! (4)

İşte bu savaş ve hak alma atmosferinde Amerikalılar, İnsan Hakları Bildirgesi’ni de bu dönemde yayınladılar. Bağımsızlık savaşı ise 1776 yılı sonlarında zor günlere girdi. 27 Ağustos'ta Amerikan ordusunun başkomutanı General George Washington, Birleşik Krallık güçlerine yenilerek Manhattan içlerine çekildi. Amerikalılara 1776'dan başlayarak el altından para ve malzeme yardımı yapan Fransa, 1778'de filolarını ve ordularını hazırlamaya başladı ve sonunda Haziran 1778'de İngiltere'ye savaş ilan etti. “Uluslararası savaş (1778-1783)” anlamında 1780'den sonra deniz savaşı daha çok İngilizlerle Amerikalıların Avrupalı müttefikleri arasında geçti. Britanya Adaları çevresinde toplanan Amerikalılara ait gemiler ve komutanları John Paul Jones, savaş boyunca 1.500 İngiliz ticaret gemisiyle 12.000 İngiliz denizcisini ele geçirdiler. 1780'den sonra İspanya ve Hollanda, Britanya Adaları'nı çevreleyen sularda büyük ölçüde denetim kurarak İngiliz deniz gücünün açık denize çıkamaz hale gelmesine yol açtılar.

Bu sancılı süreç sonunda Fransa’nın da desteğini alan Amerikalılar, “Hazır ol cenge, ister isen sulhu selah.” sözünü haklı çıkarırcasına, 1783 Wersay Anlaşması ile bağımsızlığını kazanmışlardı.

Sonuçta İngiltere'yle barış antlaşması imzalandıktan sonra, on üç Amerikan kolonisi, bağımsız eyaletler haline geldiler. On üç Amerikan eyaletinin her biri kendi yasalarını çıkarmaya ve kendi anayasasını kaleme almaya başladı. Bunların içinde Virginia, geniş toprakları ve yarım milyon nüfusuyla kıtadaki en büyük koloniydi. Şu muazzam farkla ki, her beş Virginia’lıdan ikisi köleydi.

Bu bol köleli, aşırı bölünmüş toprak ağalı yapı içinde, sorunlar da hemen baş gösterdi. Her eyalet yabancı ülkelerle antlaşmalar -on üç farklı antlaşma- yapmaya koyuldu. Her eyalet kendi donanması kurmalarının zamanı gelmişti.

Sonuç kavgalar...

Bunlar Fransa'dan borç almış olsalar da, eyaletlerden hiçbiri bu parayı geri ödemek istemiyordu. George Washington, "Hızla bir anarşi ve karmaşa ortamına doğru sürükleniyoruz" diye uyardı. Uzlaştırabilecek biri varsa o da Washington'du. İçerde güçlü ve zengin eyaletlerin gücünü dengelemek için farklı bir tedbirler ağı gerekiyordu:

Sonunda; iki meclisli, bir eyalet güçlü olmasın diye eşit senator çıkarma hakkı, lider diktatör olmasın diye, anayasanın üzerinde “Haklar Bildirgesi” ve Yüksek Mahkeme kuruldu. Dört yıl  sonra,  bir Haklar Bildirgesi 10 madde orijinal anayasaya eklendi. Delegeler de George Washington'un asla Amerika kralı olmaya çalışmayacağını biliyorlardı. Gerçekten de Washington, Amerika'nın kralı olmak istemiyordu. Başkan olmayı dahi  istemiyordu. "Kendi çiftliğimde huzur içinde emekliliğimi geçirmek en büyük ve tek arzum” demişti. Normalde Avrupalılar, Amerikan kolonilerinin tıpkı yaşlı kıtalarındaki gibi ayrılmış ve bölünmüş devletler ve krallıklar olmalarını bekliyorlardı. Ama yanıldılar.

Esasen buradaki kültür, Avrupa anakara kıtasındaki kültürden daha sade ve insancıl (kendi aralarında tabi) gibi görünüyordu. Nitekim Franklin, sade kıyafeti ve saçıyla Fransız Versailles Sarayı’na gelince sansasyon yarattmışti.(5)

Nihayetinde başkente, başkanın onuruna “Washington” adı verildi. Patrick Henry'nin korkuları gerçekleşmedi. George Washington da kral olmaya çalışmadı. Kongre ona, "Hazretleri" veya "Bakan Ekselansları" denmesini teklif etti. Fakat Washington sadece "Sayın Başkan" unvanıyla tanındı. Yalnızca dört yıllığına başkan olmak istiyordu. Washington başkanlık makamından vazgeçti; bu, hiçbir Avrupa kralının asla yapmayacağı bir şeydi. İngiltere Kralı III. George bunu duyduğunda, "O çağımızın en büyük şahsiyeti!" diyerek ona olan hayranlığını dile getirdi. (6)

Sonuçta 1787 tarihinde ABD Bağımsızlık Savaşı da iç savaşı da bitti. George Washington başkanlığında ABD kuruldu. Amerika’nın kurucusu Waşington, kurtarıcısının ise (iç savaç sonucu) Linkoln olduğu söylenilir.

Durumu yorumlarsak, farklı bir kültürel tavır ile bu insanlar monarşi yani krallık sisteminden sıyrılıp demokratik bir gelenek oluşturdular. Haliyle bu dururm farklı bir siyaset ahlâkı yarattı. Amerikalılar kraliyet ve aristokrasiye karşı ayaklanmışlardı. Bu konuda Avrupa’dan da daha önce bu işi başardılar.  

Yine belirtmeliyiz ki, kolonilerdeki köleler ve yerliler dışındaki insanların eğitim düzeyi oldukça yüksekti. Hem kolonilerdeki Püriten nüfusun dinsel ve mezhepsel çeşitliliği çok yüksekti. Bu da başkaları üzerinde egemenliği zorlaştırıyordu. Bundandır ki Jefferson, “bütün insanlar dinsel konularda kanaatlerini tartışmaya özgür olacaklardır ve bunlar hiçbir şekilde onların vatandaşlık konumlarını eksiltmeyecek ya da etkilemeyecektir.” diyordu. Bunlar İngiliz-Fransız aydınlanma hareketinden çok etkilenmişlerdi. Denilir ki Benjamin Franklin, Paris’e geldiğinde Voltaire’le dost olmuştu. Kitap satışı anlamında bakılırsa, Thomas Paine’in 10 Ocak 1766’da yayımladığı Common Sense (Sağduyu) kitapçığı iki ay içinde 120.000 adet sattı. Aynı yılın sonunda bu sayı 500.000’e ulaşmıştı. Paine kitapçığında “Eski dünyanın her noktası zulmün etkisi altındadır. Yerkürenin her yerinde özgürlük kovalanmaktadır.” diyordu. Thomas Jefferson, özgürlükleri savunma çabalarının yanı sıra Virginia Üniversitesi’nin kuruluşunu da gerçekleştirmiştir. (7)

Buraya kadar ki süreci yorumlarsak görürüz ki Avrupa-merkezli anlayışa göre “Amerikan devrimi”, ekonomik bağımsızlık ile siyasi özgürlük ve “insan hakları” kavramlarının insanlık tarihinde biraraya gelmiş olduğu ilk devrimdir. Püritanlar özgürlük, hak eşitliği ve yasa egemenliği kavramlarının bilincini bir bakıma ikinci bir doğa gibi taşıdılar. Yurttaşlık anlamında geliştiler.

Şüphesiz bunlar ise Ay’ın aydınlık tarafıydı. Karanlık tarafında ise; işgal edilmiş topraklar, öldürülmüş ve ırzlarını geçilmiş milyonlar ve ebediyyen kaybedilmiş bir vatan vardı. Nitekim şu an Kızılderililerin nufuslarının sadece 500 bin olduğu söylenilmektedir. Bu sayının çoğu ise bu gün obezliğin ve aşırı içki tüketiminin pençesinde yaşamakta imiş.

Savaşın Avrupa'ya etkilerine bakıldığında ise Fransız ve İspanyol ekonomilerine büyük darbe vurdu. Fransa'da; kısa vadede Fransız Devrimi'ne, orta vadede Fransız İmparatorluğu'nun kurulmasına yol açtı. İspanya'ya, uzun vadede kolonilerin kaybına yol açtı.

Avrupa-merkezli anlayışa göre 1776–II. Fledelfiya Konferansı’nda ilk İnsan Hakları Bildirisi ilân edilmiştir. Oysaki ilk bildiri, Pers Kralı Büyük Kiros’a aitti. Onun suçu, Avrupalı olmamasıydı.

Bizi asıl ilgilendiren durum şudur ki; bu beyaz işgalciler ne kadar zülüm yaparlarsa yapsınlar nihayetinde akıllarını kullanmışlar,  Avrupa kıta hastalıkları (tüm dünyanın da) olan; bölünmüşlük, dini savaşlar ve boğuşmalardan uzaklaşmışlar, monarşik yönetimlerin olmadığı yeni bir siyasi-sosyal bir gelenek başlatmıştılar. Üstelik Roma İmparatorluğu benzeri bir irade ve güç tapkınlığı taşıyorlardı. Bunların güçlenecekleri ve dünyayı etkileyecekleri gün gibi aşikardı.

Yani yeni bir Roma doğuyordu, hem de çok uzaklarda...

1-https://tr.wikipedia.org/wiki/Beyaz_Anglo-Sakson_Protestan
2-https://seyler.eksisozluk.com/anglosakson-tam-olarak-ne-anlama-geliyor-ve-kita-avrupasi-deyimiyle-arasindaki-fark-nedir
3-Crise Brazier, Dünya Tarihi, S.95
4-Bauer, Susan Wise, Dünya Tarihi C.3, S.207
5-Lang, Sean, Avrupa Tarihi, S.223
6-Bauer, Susan Wise, Dünya Tarihi C.3, S.217
7-Osman BAHADIR, Amerikan Devrimi, https://www.denizbulten.com/yazar-amerikan-devrimi-98.html

Selahaddin Nasranlı /Habernas