Kendimizi tenkit / Selahaddin Nasranlı

Tenkit; bir kıymet ve değer biçme (nakd:akçe) işlemidir. Bu haliyle tenkit (kritik); bir fikri ve onun arifini; olumlu olumsuz tüm boyutlarıyla değerlendirme, hatta dolaylı yoldan, onun düzelmesine yardım etmedir.

Kendimizi tenkit / Selahaddin Nasranlı

“Aydın; toplumun vicdanıdır. Susmaya mahkum edilirse, ısırır ve boğulur. Tenkit hakkının olmadığı her ülkede, alkış bir yalandır, küçülten sefilleştiren bir yalan.” (1)

Ne demek istiyoruz; Batıyı yada Avrupa’yı (İslam’ı da) iyi bilmeyen kişinin ilmi anlamda “eleştiri” yani “tenkit” hakkı yoktur. En azından bu isimlerle iş yapamaz. Belki zanda bulunur, yergi, hiciv yada ucuz küfürler sergilemiş olur. Ama tenkit yani kritikte bulunmuş olmaz.

Tenkit; bir kıymet ve değer biçme (nakd:akçe) işlemidir. Bu haliyle tenkit (kritik); bir fikri ve onun arifini; olumlu olumsuz tüm boyutlarıyla değerlendirme, hatta dolaylı yoldan, onun düzelmesine yardım etmedir. Bu haliyle iyi niyet ve hayırlı bir ciddi iş ile gayret olma vasfıdır. Tenkit yani eleştiri, esasen övgü ya da yergi değildir. Yergi yani hiciv ile alakası yoktur. Toplumda “ben eleştirdim, tenkit ettim” sözleri haklı ve yerinde ifadeler değildir.

Tenkit; “bence”si olmayan ilmi bir etkinliktir. Bilmeyene adil bir yol ve projektör sunmadır. En son bir değer biçmedir. Tıpkı mala son bir değer ve fiyat verme gibi.

Öyleyse ilmi tenkit karşısında, Müslüman yada Gayrimüslim olsun, uzmanından yapılan tenkidi de red etmek, tahammül etmemek doğru olmaz. Hakkın ali menfaati üstün bilinmeli.

Batı karşısında ve kendi içinde bu ümmette tenkit ölmüş, tekfir, çekişme ve niza başköşeye oturmuştur. Nitekim “80 milyon Robinson, kimse kimseyi anlamıyor. Ortak bir fikir ve gönül dili yok. Ortak duygu; düşmanlık.”

Bu ümmet de önce sadece bilene ve muatassıs olana ait olan tenkit edebini öğrenmek gerek. Üstelik şefkate dayalı, sonu yapıcı olan, ihtisasa-ilme dayalı, dedikoduyla alakasız, faziilet furuş yapmamak, gıpta damarını tahrik etmemek ve hastalık boyutunda olmamak şart.

Haddini aşan “tenkitçilik” de bir nefsi hastalıktır.

***

Nereye gelmek istiyoruz?

İnternet üzerinden  (mesela Youtube’de) bir görüntülü arama yapın, “dini tartışmalar” yazın. Sonunda kalbinizin daraldığı, içinizin burkulduğu ve ümitsizliğe düştüğünüz bir manazaraya şahit olursunuz.

İslam’a ve insaniyete yakışmayan bu vitrinde, şu ağır hallerimizi görmek pek ala doğallaşmış gibi:

-Öncelikle dini tartışma ve din namına dini ucuzlaştıran bir gevezelik görürsünüz. Herşeyde konuşan, herkese laf yetiştiren, her konuda ahkam kesen kişiler. Bunların bilmedikleri şey yok. “En doğrusunu Allah bilir” diyen yok.

-Karakter ve ahlak olarak küçük, ama büyük işlere soyunan küçük cüce adamlar.

-Büyük konuşan küçükler,

-Küçük ve basit konuşan büyükler,

-Biribirini parçalayan, ego mücahitleri,

-Yapmaktan ziyade yıkmaya yarayan eylem ve sözler,

-Ahlaksız mücahitler,

-Şovmenden daha fazla cest ve mimiklerle gösteriş yapanlar,

-Cahil müçtehitler,

-Mezheplerini dinleştirenler,

-Dini ciklet gibi devamlı çiğneyenler,

-İslam’ı ucuzlaştırma faaliyetleri,

-İslam’a ameliyat yapanlar veya ameliyatlarına İslam adını takanlar,

-Zamansız, yersiz ve edepsiz münazaralar,

-Milyonların gözü önünde dini kimlikle yalan atanlar,

-Zorlandıklarında hakarete sarılanlar, horozlaşanlar..., bir de bunlara holiganlık yapan ve ağır küfürler savuran, kamplaştıkça kamplaşan avam okuyucu.

Böyle dini tartışma programlarına bir Müslüman nasıl tahammül edebilir? Bu dini vitrine bakan yürek nasıl nayanır? Bu insanlar ne yapıyor, İslam’a ve insaniyete yardım mı yaptıklarını sanıyorlar? İslam’ın imajını bozmak da bir günah değil mi?

Bu yapılanlar İslam değil, tenkit değil. Ahlak diyorsanız ahlak da değil.

Ya nedir?

İslam’ı tahkir, Müslümanı tenfir ve küfrü de tahkim. Vesselam.

1-Alıntılar Cemil Meriç’tendir.

Selahaddin Nasranlı / Habernas