Soykırımcı İsrail'den yeni skandal: Yargısız idam
Soykırımcı İsrail’in Filistinli esirlere idam cezası öngören tasarıyı Meclis’ten geçirmeye çalışması, zaten işkence, kaybolma ve idari tutuklamayla sarsılmış esir rejimini yeni bir eşiğe taşıyor. Savunma ve temyiz hakkını fiilen ortadan kaldıran bu adım, yargısız infazların yasallaşması ve bölgedeki kaosun kalıcılaşması anlamına geliyor.
Soykırımcı İsrail ateşkese rağmen Gazze’ye yönelik saldırılarına devam ederken, kapalı kapılar ardında, kimsenin görmediği sorgu odalarında, askeri hapishanelerde ve çölün ortasındaki gizli gözaltı merkezlerinde de görünmeyen bir vahşet yaşanıyor. Aylarca kayıtsız tutulan, avukatla görüştürülmeyen, ailelerine nerede oldukları söylenmeyen binlerce Filistinli esir, şimdi bir de yasal kılıfa büründürülmek istenen idam tehdidiyle yüz yüze.
Kasım 2025’te Knesset’te (İsrail Parlamentosu) yapılan oylamada, Filistinli esirler hakkında ölüm cezası öngören tasarı ilk okumada 39’a karşı 16 oyla kabul edildi.
İsrail basınında yer alan bilgilere göre bu tasarı, işgal altındaki topraklarda “milliyetçi saikle” bir İsraillinin ölümüne neden olduğu iddia edilen sanıklar hakkında zorunlu idam cezası getirmeyi hedefliyor. Yasada kullanılan ifadeler, “İsrail vatandaşlarının ölümüne yol açan eylemler, devletin güvenliğine ve Yahudi halkının milli dirilişine zarar verme niyetiyle işlendiğinde” ölüm cezasının zorunlu olacağını söylüyor; bu çerçeve fiilen yalnızca Filistinlileri kapsayacak şekilde kurgulanmış durumda.
Tasarının en çarpıcı boyutlarından biri, yargı sürecini tamamen sıkıştıran ve denetimi ortadan kaldıran hükümler. İsrail Hapishane Hizmetleri'nin mahkumiyet kararından sonra en geç 90 gün içinde infazı gerçekleştirmesi öngörülüyor.
Öyle ki cezada indirim, affa başvuru ya da temyiz mekanizması fiilen ortadan kaldırılıyor. "Lethal injection (zehirli iğne)" ile infaz, Knesset komisyonlarında açıkça konuşulan yöntem haline gelmiş durumda.
Bu girişim, İsrail’de halihazırda fiilen askıya alınmış olan ölüm cezasını geri getirmekle kalmıyor, aynı zamanda yalnızca Filistinlilere uygulanan ayrımcı bir ceza rejimine dönüştürme niyeti taşıyor. Uluslararası hukuk uzmanlarının uyarısı net: Bu yasa, işgal altındaki bir halk üzerinde “ırka ve kimliğe dayalı cezalandırma” mekanizmasının açık bir ifadesi olarak, insanlığa karşı suç ve apartheid düzeninin yeni bir ayağı anlamına geliyor.
Bu süreci kim başlattı, neyi değiştirmek istiyor?
Bu adım bir anda ortaya çıkmış bir refleks değil. Yıllardır Filistinlilere karşı en sert çizgiyi savunan aşırı sağ blok, özellikle Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve partisi Otzma Yehudit’in (Yahudi Gücü Partisi) ısrarlı baskısıyla bu noktaya gelindi.
Koalisyon protokollerine daha hükümet kurulurken idam cezası yeniden gündeme alınacağına dair maddeler konuldu. İsrail basınındaki bilgilere göre, Knesset’teki güncel tasarıyı da bu partiye mensup bir milletvekili sundu; Ben-Gvir ise hem komisyon aşamasında hem de Genel Kurul’da “ölüm cezasının intikam değil caydırıcılık” olduğunu savunarak tasarıyı sahipleniyor.
Ben-Gvir, özellikle 7 Ekim 2023 sonrası Hamas saldırısını gerekçe göstererek, “bir daha rehine takası yapılmaması, saldırıların bedelinin ağır olması” gerektiğini söylüyor. Tasarının destekçileri, Filistinli esirlerin ileride olası bir esir takası seçeneği olarak kullanılmasının önüne geçmek istediklerini açıkça dile getiriyor. Böylece esirler, sadece hukukun dışına itilen bireyler değil, aynı zamanda siyasi pazarlıkların ve intikam söyleminin hedefi haline getiriliyor.
Bu süreçte Knesset komisyonlarında, tasarının kapsamının daha da genişletilmesi, idam kararlarının askeri mahkemelerde basit çoğunlukla alınabilmesi, hakimlerin takdir yetkisinin daraltılması gibi bir dizi sertleştirme önerisi de gündeme geldi. Yani amaç, sadece ölüm cezasını geri getirmek değil; onu, yargıçların bile esneyemeyeceği, otomatik işleyen bir infaz mekanizmasına dönüştürmek.
Diğer yandan, İsrail içinden de bu tasarıya ciddi itirazlar yükseliyor. Eski iç istihbarat (Shin Bet) başkanları, üst düzey hukukçular ve bazı muhalefet milletvekilleri, Knesset komitesine gönderdikleri mektuplarda bu yasanın “İsrail’i daha güvenlikli yapmayacağını, tam tersine bölgeyi kontrolsüz bir şiddet sarmalına sürükleyeceğini” vurguluyor. Eski güvenlik bürokrasisi, zaten ağır eleştiriler altındaki işgal rejiminin şimdi bir de resmi idam rejimiyle anılmasının, ülkeyi uluslararası izolasyona daha da yakınlaştıracağını dile getiriyor.
Çökmüş bir sistemin üzerine idam gölgesi
Bugün tartışılan yasa tasarısını anlamak için Filistinli esirlerin halihazırda nasıl bir sistemin içinde tutulduğuna bakmak gerekiyor. Uluslararası ve yerel insan hakları örgütlerinin verilerine göre, 2025 sonbaharı itibarıyla İsrail hapishanelerinde ve gözaltı merkezlerinde 9 binden fazla Filistinli tutuluyor; bazı kaynaklar bu sayının 10 bini aştığını, ordunun kontrol ettiği gizli kamplardaki isimlerin dâhil edilmediğini belirtiyor. Binlerce kişi, hiçbir suçlama yöneltilmeden, dosyaları avukatlarına bile gösterilmeyen “idari tutuklama” kararıyla içeride.
Özellikle Gazze soykırımının ardından, İsrail ordusu ve iç güvenlik birimleri, Gazze’den zorla götürülen sivilleri “yasa dışı savaşçı” statüsüyle sınırsız gözaltına alma yetkisini kullandı. Bu kişiler, çoğu zaman nerede tutulduklarını bilmeyen ailelerin gözünde “zorla kaybedilmiş” durumda. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Ofisi’nin 2024 ve 2025 raporları, Gazze’den alıkonulan Filistinlilerin uzun süre haber verilmeden, avukatsız ve dış dünyayla bağlantısız biçimde tutulduğunu; işkence, kötü muamele ve cinsel şiddet iddialarının yaygınlaştığını kayda geçiriyor.
Birleşmiş Milletler özel raportörleri, İsrail’in gözaltı merkezlerinde “önlenebilir” işkence ve kötü muamele vakalarının arttığını, Sde Teiman gibi askeri tesislerdeki görüntülerin buzdağının yalnızca görünen kısmı olduğunu vurguluyor.
Kızılhaç, 7 Ekim 2023’ten sonra İsrail’in güvenlik gerekçesiyle Filistinli tutuklulara yönelik ziyaretleri uzun süre engellediğini, ailelerin en temel bilgi olan “yaşıyor mu, nerede tutuluyor?” sorusuna dahi cevap alamadığını defalarca dile getirdi.
Son aylarda açıklanan bir başka çarpıcı veri ise, hapishane içi şiddet ve kötü muamele nedeniyle yaşamını yitiren Filistinli esirlerin sayısının artması. İsrail merkezli hekim örgütlerinin hazırladığı raporlar, işkence, sistematik dayak, tıbbi tedaviye erişimin engellenmesi ve kasıtlı ihmal sonucu 90’dan fazla Filistinlinin gözaltında öldüğünü ortaya koyuyor.
Filistinli kurumlar, bu durumu “paralel bir savaş” olarak tanımlıyor. Gazze’de bombalar, hapishanelerde zincirler ve işkence odaları.
İşte tam da bu tabloya, şimdi bir de idam tehdidi eklenmek isteniyor. Zaten şeffaf olmayan, bağımsız izleme mekanizmalarının giremediği, kaybolan mahkumların akıbetinin bilinmediği bir sistemde, ölüm cezası, adil yargılamayı değil, “hukuksuzluğun mühürlenmesini” beraberinde getirecek. Uluslararası standartlara göre yargılandığı bile tartışmalı olan binlerce dosya varken, bu tasarı, savunma hakkı fiilen elinden alınmış insanların birkaç cümlelik kararlarla idam edilmesi riskini büyütüyor.



