HÜDA PAR Genel Başkanı Sağlam'dan haftalık iç ve dış gündem değerlendirmesi

HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, haftalık iç ve dış gündemle ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu.

HÜDA PAR Genel Başkanı Sağlam'dan haftalık iç ve dış gündem değerlendirmesi

HÜDA PAR Genel Başkanı Sayın İshak Sağlam, yaptığı haftalık iç ve dış gündem değerlendirmesinde; tarım politikaları, vergi yapılandırması, cezaevlerinde büyüyen çocuklar, değeri düşen TL, yükselen enflasyon ve hayat pahalılığı, BM’den Yemen uyarısı, Keşmir’de Hindistan zulmü, siyonist işgal rejiminin ‘normalleşme’ açıklaması ve Fransa’nın İslam düşmanlığı gibi gündemin öne çıkan başlıklarını masaya yatırdı.

TARIM POLİTİKALARI İHTİYACI KARŞILAMAKTAN ÇOK UZAKTIR

Temel gıda ürünlerine olan talepte salgın hastalığın da etkisiyle olağanüstü artışlar yaşanmaktadır. Öngörüler, talep artışlarının devam edeceği yönündedir. Küresel salgın en stratejik sektörlerden birinin tarım olduğunu çok açık bir şekilde göstermiştir. Türkiye, sanayileşme alanında ilerleme kaydetmiş olsa da temelde bir tarım ülkesi olma vasfını korumaktadır. Ancak bir türlü sağlam bir zemine oturtulamayan tarımsal politikalar yüzünden, sahip olunan geniş tarım arazileri ve üretim potansiyeline rağmen plansız üretim ve buna bağlı olarak aşırı fiyat artışları hemen her yıl tekrarlanmaktadır.

Tarım üreticilerinin en çok karşılaştığı zorluklar; tohum, gübre, ilaç, akaryakıt ve tarım aletlerinin çoğunlukla ithal ürünler olmasıdır. İthal ürünler kur artışlarına bağlı olarak maliyetleri artırmakta, bu artışların etkisi tüketici sofralarına kadar yansımaktadır. Stratejik ürünlerden yoksun plansız üretim, arz talep faktörünü görmezden gelerek aşırı fiyat hareketliliğine neden olmaktadır. Aralarında herhangi bir koordinasyonun olmayışı satış ve pazarlama alanında üreticileri, komisyoncu ve aracı şirketlere mahkûm etmektedir. Tüm bunlar tarım sektörünü kısır bir döngüye mahkûm etmiştir.

Tarımda kendi kendine yeterlilik, uygulanacak politikaların merkezinde olmalıdır. Tarımla uğraşan kesim; üretim, satış ve pazarlama alanında emeğinin karşılığını alabilirse, kırsal kalkınmaya olumlu etkisinin yanında tarım ürünleri üzerindeki enflasyon baskısı da minimize edilebilecektir.

VERGİ YAPILANDIRMASI ADİL OLMALIDIR

Yeni vergi yapılandırması yasa tasarısı plan ve bütçe komisyonunda kabul edilerek genel kurulun gündemine alındı. Tasarı bir af ön görmemesinin yanı sıra yapılandırma şartlarına uyanlar için faiz ve gecikme bedellerinden %90’a kadar indirim yapılabilecektir. Ekonomik kriz ve salgın nedeniyle hem işletmelerin finansman dengeleri bozuldu hem de devletin gelirlerinde ciddi düşüşler yaşandı Esnaf ve vatandaşlar kamuya olan borçlarını ödemekte ciddi anlamda zorlanmaktadır. Bu nedenle borç yapılandırması ciddi bir ihtiyaç olmuştur. Ancak vergisini zamanında ödemeyenlerin önemli bir kısmının büyük mükellefler oldukları göz ardı edilmeden; iş yapamayan esnaf ile -yıllardır vergisini ödemeyip af bekleyen ve o parayı hazine bonosuna yatırarak devletten- faiz alanlar aynı kefeye koyulmamalıdır.

Öncelikle ödemelerde faiz ve gecikme zammı affedilmeli, uzun vadeli ödeme planıyla kolaylıklar sağlanmalıdır. Erken ödemelerde anapara borcundan da indirimler yapılmalıdır. Yapılandırmaya 2020 yılında tahakkuk etmiş ancak salgından dolayı ertelenen alacaklar da dâhil edilmelidir. İşsiz öğrencilerin KYK borçları ile dar gelirli vatandaşların belediyelere olan borçları ise tamamen silinmelidir. Ayrıca kamuya olan borçlarını zamanında ödeyen dürüst esnaf da unutulmamalı, bir şekilde mahsup ve vergi indirimiyle ödüllendirilmelidir. Söz konusu düzenleme insani ve adil olursa hem iş dünyası hem devlet kazanacak hem de kötüleşen ekonomiye nefes aldıracaktır.

CEZAEVLERİNDE BÜYÜYEN ÇOCUKLAR

Yargılamalar ve yargılama neticesinde verilen cezaların infazı hukukun temel ilkelerine göre yapılması gerekir. Bu ilkelerin uygulanmasında gösterilen zaafiyet, yeni toplumsal problemlere yol açmaktadır. Özellikle FETÖ yargılamaları ile ilgili ciddi şikayetler devam etmektedir. Cezaevinde doğan ve büyüyen çocuklara yenileri eklenmektedir. Mevcut ceza soruşturmalarında tutukluluk tedbirine sık bir şekilde başvurulmaktadır.  Özellikle kaçma ihtimali olmayan aile sahibi, çocuklu anneler için başvurulan tutuklama tedbiri, aileyi dağıttığı gibi çocukları cezaevi şartlarına mahkûm etmektedir. Kadın şüphelilere yönelik yapılan abartılı gece baskınları aile mahremiyetini çiğnediği gibi çocukların psikolojilerinde de ciddi tahribatlar oluşturmaktadır. Oysa ifadeye davet etme mekanizması hakkıyla işletilirse bu operasyonlara hiç gerek kalmayabilir.

Cezaevlerinin ıslah misyonunu yitirmesine ve zorlayıcı tedbirlerle suçluluğu pekiştirmesine müsaade edilmemelidir. Hasta mahkûmların, “infazın durdurulması” mekanizmasından yararlandırılması neredeyse durmuştur. Adli Tıp Kurumu mahkûmun hastalığından ziyade suçunu önemsemektedir. Hasta mahkûmların tedavilerinin tıbbın gereklerine göre yapılması ile ağır hastaların infazlarının durdurulması süreçleri çok ağır işlemektedir. Hukuk işletilirken öncelikle insan sağlığı, insan onuru ve masumiyet karinesi hassasiyetle korunmalıdır.  

DEĞERİ DÜŞEN TL, YÜKSELEN ENFLASYON VE HAYAT PAHALILIĞI

Fiili bir devalüasyona dönüşen TL'nin hızla değer kaybetmesi bütün hedef ve beklentileri ters yüz etmektedir. 2018'de yaşanan döviz atağı, şimdi bir dış müdahale olmaksızın tekrar yaşanmaktadır. Bu durum bir tercih midir yoksa kaçınılmaz bir sonuç mu, ekonomi yönetimi bunu izah etmelidir.  "Kur hedefimiz yoktur" denilmesine rağmen, dövizdeki bu yükselme karşısında çok rahat bir tutum içinde olan ekonomi yönetiminin icraatları göz önüne alındığında yüksek kur, düşük değerli milli para politikasının tercih edildiği görülmektedir. Sonuçta; döviz kurlarındaki bu artışın kamu borçlarına getirdiği ekstra yükün altından ne devlet ne de alım gücü iyice düşen halk kalkabilir.

Merkezi yönetimin 134 milyar 553 milyon dolar olan borcuna, dolardaki her bir kuruşluk artış ile 1 milyar 345 milyon TL ek yük getirmektedir. Doların üç gün içinde 7.97 TL’den 8.32 TL’ye yükselmesi ile bu borca tam 47 milyar 75 milyon TL ek borç binmiş oldu. Bu borç, temel tüketim malzemelerine, elektriğe, doğalgaza ve diğer ürünlere yapılan zamlarla ödenmeye çalışılıyor.  TL’deki bu değer kayıpları hayat pahalılığı, yoksulluk ve büyük çaplı iflaslar şeklinde tezahür etmektedir. Fiili bir ekonomik kriz olan mevcut durum ne toplum ne de devlet yönünden sürdürülebilir. Ekonominin kara deliği haline gelen bütçe açıkları, yüksek borçlanma ve ağır faiz yükü ne şekilde olursa olsun bitirilmeli ve küresel sermayenin ülke ekonomisine tesiri minimize edilmelidir.

BM’DEN YEMEN UYARISI

Birleşmiş Milletler'e bağlı Yemen'deki örgütler, ülkenin güneyinde beş yaş altındaki çocuklar arasında akut yetersiz beslenme vak’alarının arttığını, acilen tedavi edilmemeleri durumunda 98 bin çocuğun ölüm riskiyle karşı karşıya kalacağını açıkladı. 2015 yılından bu yana dünyanın en fakir ülkeleri arasında yer alan Yemen’de devam eden iç savaş insani felakete dönüşmüştür. Pandemi ile mücadele sürecinde ilan edilen ateşkese rağmen ülkede çatışmalar durmadı. Halen siviller ölmeye devam etmektedir. Aynı zamanda devam eden çatışmalar insani yardımların ulaştırılmasına da engel olmaktadır. Ülkede var olan istikrarsızlığın yanı sıra gerekli uluslararası fon sağlanamadığı için birçok yardım programı kapandı. Var olanlar ise kapanma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Yemen’de vekâlet savaşı yürüten ülkeler, bir neslin yok edilmesine doğru giden bu durumun sorumlusu olduklarını ve bu vebalin altında kalacaklarını unutmamalıdırlar. Ülkede istikrarsızlığın sona ermesi için taraflara müzakere baskısı yapılmalı, öncelikli olan insani yardımın tüm sivillere ulaşması sağlanmalıdır.

KEŞMİR’DE HİNDİSTAN ZULMÜ

Hindistan, Cammu Keşmir'de ikamet etmeyen vatandaşlarına toprak satışının önünü açtı. Hindistan, anayasanın yarım asırdan uzun süredir Cammu Keşmir'e ayrıcalık tanıyan 370'inci maddesini 5 Ağustos 2019'da iptal ederek bölgenin özel statüsünü ortadan kaldırarak eyaleti ikiye bölmüştü. Bölgenin özel yapısının iptal edilmesi ve yabancılara toprak satışının önünün açılması bölgede demografik yapının değiştirilmesinin amaçlandığını ortaya koymaktadır. Kararın ardından Hindistan Yönetimi, 900 bin güvenlik gücüyle açık hava hapishanesine dönüştürdüğü Keşmir halkına yönelik baskıyı daha da arttırdı.

BM Güvenlik Konseyi’nin 1948'den itibaren aldığı kararlarda Keşmir'in askerden arındırılması ve geleceğinin halkoyuyla belirlenmesi gerektiği belirtilmesine rağmen Hindistan yönetiminin bu gayrı hukuki adımına karşı caydırıcı bir yaptırım söz konusu olmamıştır. İnsan hakkı ihlallerinin arttığı ve demografik yapının değişim riski ile karşı karşıya kaldığı Keşmir’de kalıcı çözüm için BMGK kararlarının ivedilikle uygulanması sağlanmalıdır. İslam dünyası ise Keşmirli Müslümanlara yapılan baskılara karşı Hindistan yönetimine baskıyı arttırmalı ve Pakistan’ın Keşmir politikası bu süreçte desteklenmelidir.

SİYONİST İŞGAL REJİMİNİN ‘NORMALLEŞME’ AÇIKLAMASI

Siyonist işgal rejimi, ABD seçimlerinin ardından Suudi Arabistan, Umman, Katar, Cezayir ve Fas ile normalleşme müzakerelerine yoğunlaşacağını açıkladı. İslam dünyasında BAE’nin başlattığı ve son olarak Sudan’ın, ABD şantajıyla boyun eğdiği ihanet süreci devam etmektedir. İşgal rejimi normalleşme imzalarının ardından Filistin topraklarında işgale, katliamlara ve yeni yerleşim yerleri inşa etmeye devam etmektedir. Bu normalleşme süreci Siyonist işgal rejimine işgal ve katliamlarını devam ettirme ruhsatı vermektedir. Müslüman kamuoyunun, siyonist işgal rejimini legalleştirmeye yönelik ihanet sürecine karşı harekete geçmesi gerekir. Zira devam eden normalleşme görüşmeleri İslam dünyasındaki tepkisizliğin neticesidir. Kendisi normal olmayan siyonist işgal rejimiyle normalleşme şiddetle reddedilmelidir. Aksi takdirde iş birlikçi yönetimler desteğiyle Kudüs ve Mescid-i Aksa’yı Yahudi mülkü yapmaya çalışacak olan işgal rejimine karşı durmak gittikçe daha da zorlaşacaktır.

FRANSA’NIN İSLAM DÜŞMANLIĞI

Bütün sağduyu çağrılarına rağmen Fransa, İslam düşmanlığında ısrar etmektedir. Devlet politikası şeklinde yapılan düşmanlık ile birlikte şiddet olayları da tırmanışa geçti. Asırlardan beri Avrupa’nın temel stratejisi olan İslam düşmanlığı, şimdi tekrar sahnelenmektedir.

Bir öğretmen, kutsallarına hakaret eden fotoğrafları Müslüman çocuklara neden gösterir? Yedi milyon Müslüman vatandaşı olmasına rağmen İslam Peygamberine hakaret içeren karikatürler neden yayınlanır? Bu karikatürler devlet binalarına neden yansıtılır? Ülkenin başkanı olacak olan Macron, ‘İslam krizdedir’ deme cüretkârlığını nerden ve kimden almaktadır? Bütün bunlar Müslümanları ötekileştirme ve terörize etme amaçlıdır. Macron ve Charlie Hebdo yöneticilerine cinayete tahrik suçundan soruşturma açılmalıdır. Zira şiddet olaylarının artacağını bildikleri halde hatta bunu istedikleri için provokatif eylemleri bilinçli bir plan dahilinde yapmaktadırlar.

Müslümanlar, siyasi birliktelik açısından en zayıf dönemde olmalarına rağmen mukaddesatlarına sahip çıkmıştır. Bu saldırıları kınayan, tepki gösteren, açıklama yapan, Fransız mallarını boykot eden herkesi takdir ediyoruz. Pakistan’ın helikopter ihalesinden Fransız şirketi Airbus’u elemesi, Başbakan İmran Han’ın İslam ülkelerin liderlerine ‘bu nefret ve şiddet döngüsüne son vermek için inisiyatif almaları ve ortaklaşa, etkili bir strateji benimseme’ çağrısı, Sudanlı ressam Kamala İbrahim İshak’ın Fransa Sanat ve Edebiyat Nişanını reddetmesi çok önemli tepkilerdir. Yeryüzünde yaşayan bütün Müslümanlar benzeri onurlu adımlar atmalıdır. Tepkiler, Pakistan’ın çağrısı doğrultusunda kurumsallaşmalı ve Ümmetin ortak eylemine dönüşmelidir.