En tehlikeli tarih: Kadîm mezhepler tarihi / Selahaddin Nasranlı

Bazı eserler mezhep yobazı yetiştirmekte, “öteki” ile empati yapmamakta ve “öteki” kardeşinin faziletlerini anlatmamaktadır. Zaten amacı da bu, sadece kötülüklere odaklanmak ve ötekileştirip bazen yalan yanlış çarpıtmak, abartmak. Din ilahidir, mezhep ise beşerîdir bunu da bilelim. Mezhebimiz dinimiz değildir. Din de mezhep değil. Bunu gözeterek eldeki kitapları okuyalım. 

En tehlikeli tarih: Kadîm mezhepler tarihi / Selahaddin Nasranlı

Her okumuş müslüman, belli nebze mezhepler tarihine göz atmıştır. Mezhep duyarlılığı taşmış kardeşimiz ise bu kitapların altını üstünü karıştırmıştır.

Ayrıca bu konuda birileri ile fikri kavganız varsa hemen ilk koştuğunuz eserler bu mezhepler tarihi kitaplarıdır. Mesela en fazla okunan baş eser son yüzyılın alimlerinden Muahammed Ebu Zehra’nın eseri. Sözümüz ise bu en mutedil eser üzerine değil. Genele ve özelde kadim olanlara bakmak istiyoruz.

“Niçin en tehlikeli tarih mezhepler tarihi olsun ki!”, diyebilirsiniz. Tarih değildir cedeldir, münakaşa ve mücadele ilmidir. Yani sinir ilmi, “ben” ve “öteki”nin ilmi.

Fakat bunu kavrayabilmek için mezhepler tarihini biraz anlamak lazım.

Mezhepler tarihi nedir?

İslam’ın siyasi, itikadi ve ameli sahadaki düşünce ekolleridir mezhepler. Kendince dinin anlaşılma biçimi ile ilgili farklılıkların kurumlaşması sonucu ortay çıkmış olan beşeri oluşumlar. Din ilahi, mezhep ise beşeri.

Kapsayıcı bir kitabî tanımını da bilmekte yarar var: “Siyasi, içtimai, iktisadi, tarihi, kültürel, coğrafi ve benzeri sebepler, din anlayışında birtakım farklılaşmalara yol açmıştır. Bu farklılaşmaların belirli bir süreç dâhilinde kurumsallaşması, görüşlerin sistematik nitelik kazanarak sosyo-kültürel yapıyı derinden etkilemesi ve oluşan mecrada, temel argümanları desteklemek ve temellendirmek amacıyla fikir üretilmeye başlanması, karşımıza mezhep olgusunu çıkarmıştır. İslam Mezhepleri Tarihi, siyasi ve itikadi gayelerle vücud bulmuş İslam’ın düşünce ekolleri diyebileceğimiz bu beşeri oluşumları, bilimsel yöntemlerle inceleyen bir bilim dalıdır. İslam Mezhepleri Tarihi, bütün İslami anlayışları ve fikirleri bir araya toplayan bir bilim dalı olup, mezhepleri olduğu gibi inceler.” (1)

Bu tanım günümüz için. Üstelik ilmi ve akademik bir tanım. Eskisi ve gayri ilmi olanı ise farklı.

Eskisi nasıl?

Eski mezhepler tarihi; herhangi bir yazarın kendi mezhebini merkeze alarak yani mutlak hak ve hakikat yolu sunarak, ötekileri kendi penceresinden anlatmasıdır. Elindeki argümanlar ise Kur’an ve hadis. Yani silahları...

Bir örnek verelim. Mesela dönemin hakim inanç manifestosunun -ümmetin icmai- ile belirlenmiş temel kabullerini listeleyen ünlü kelamci Abdulkahir el-Bağdadî (olm. 429/1037) -el-Fark beyne’l Firâk- adli eserinde, anılan manifesto içine dünyanın dönmediğinin kabulünü de koymuş. (Yaşar Nuri’nin sivri diliyle bu icmaların Mülümanları nerelere götürdüğüne ilginç bir örnek verelim: Suudi Arabistan gibi bir Müslüman ülkenin en büyük din adamı (2) kalkıyor; -“Dünya dönüyor diyen kafir olur; Çünkü Dünyanın dönmediği ve yuvarlak olmadığına dair ulemanın icmaı vardır!”)

Peki ama bu eski mezhep tarihi kitaplarının bu yönteminin sakıncası ve kötülüğü nedir ki daha başlangıçta onu yargıladınız diyebilirsiniz. Cevabımız şu:

Evvela klasik mezhep tarihi eserlerinin hemen hepsi sırf tenkit, red etme gayesiyle yazıldıklarından, muhalifi anlama, onun çıkış şartlarını bildirmekten uzaktırlar.

Hedefleri de “doğru mu yanlış mı” şeklindeki normatif/hükmî anlayıştır. Böyle olunca başka şeyler de onları ilgilendirmemekte. (3) Ya haklısın ya da haksız! Ya canın cennete, yada cehenneme!

Onların yönteminde mezheb, bir bilgi ve yol olarak değil nas, hedef ve iman konusu, mutlak hak olarak işleniyor. Çok zaman binlerce hadis içinde bir taneyi alıp, diğer 72’yi (4) cehenneme, kendilerini de yani bir taneyi cennete göndermektedirler. (5) Nitekim bunlarda Yahudilerin yetmiş bir, Hıristiyanların yetmiş iki, İslâm ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı belirtilirken (Ebû Dâvûd, “Sünen”, 1; Tirmizî, “Îmân”, 18) bir kısmında ayrıca yetmiş iki fırkanın cehennemde, birinin cennette olacağı ifade edilmekte (Müsned, III, 120; Dârimî, “Siyer”, 75; İbn Mâce, “Sünen”,1). (6)

İşin sakıncası şu ki Kur’an dahi bu cürrette değil. Bazı ayetlerde tevhîdi kabul eden salih ehli kitaptan dahi bazılarının cennete gideceklerini yazmakta. Üstelik “şirk hariç herkesin af edilebileceği”ni bize bin defa okutturuyor.

Kastım o ki bu kitaplar çok cürretli ve tehlikeli sulara kulaç atıyorlar. Ümmet olduğumuzu bize unutturuyorlar. Yoksa kişinin kendi mezhebini doğru bir metotla savunması hem doğal, hem de belki hak. Ama gidişat böyle değil.

Haliyle bu mezhep tarihi eserleri; anlatmıyorlar, yargılıyorlar. Sadece yargılamıyorlar, infaz da ediyorlar. Hem avukat, hem savcı ve hakim hem cellat, hem de mezarcı.

Bu eserler metotlarına bakılırsa ümmeti birleştirmek için değil ayırmak için yazılmışlar. Adları dahi “firâk” (7) yani ayrılıklar diye başlar. Hep bir sınıflama (hak-batıl, sünnet-bidat...) şeklinde yazılmışlar. Hep fay hatlarına odaklanıp, depremsiz o büyük engin alanı unutmuşlar.

Öte tarafta İslam ahlakına bakarsanız, bizi aşırı sınıflamadan uzak tutmak için binbir nasihat ve o kadar da azap ayetleri sunuyor.

Gelinen aşamada bu eserler mezhep yobazı yetiştirmekte, “öteki” ile empati yapmamakta ve “öteki” kardeşinin faziletlerini anlatmamaktadır. Zaten amacı da bu, sadece kötülüklere odaklanmak ve ötekileştirip bazen yalan yanlış çarpıtmak, abartmak. Ve “öteki”nin kastını almamak üzerine bir yargıçlık.

Bu metotla yazılan eserler aşırı tekfir kokuyorlar. Peygamber ve Allah böyle bir tekfirci metodu hani yasaklamıştı?

Gelinen aşamada bu eserleri okuyan insanda ilk intiba İslam çehresinin kirlendiği ve yüce imajının bozulduğudur. “Şu müslümanlar da neymiş!” diyesi gelir. Rahman olan Allah’ın pak ve geniş dininden soğutuyorlar.

Son olarak sözümüz şu ki elbette bu kadar mezhep için de bir “en haklı” var. Fakat diğer “ehli kıble” ve “ehli salât” da tamamen haksız değil.

Üstelik kendi kardeşlerini bu kadar aşağlıyan bir metodla eser yazmak ilmi değildi, insani ve İslâmi de değildi. Bu “73 Fırka Hadisi” doğruysa dahi bu taraflı, ve insafsız tarzda ve metotda eserler yazılmamalıydı (en doğrusunu Allah bilir elbet).

Hülasa “hak mezhep” neyse onu araştıralım tabi olalım. Fakat din ilahidir, mezhep ise beşerîdir bunu da bilelim. Mezhebimiz dinimiz değildir. Din de mezhep değil. Bunu gözeterek eldeki kitapları okuyalım. 

1-http://www.divinity.ankara.edu.tr/?page_id=217 (03-05-2020)
2-Suudi Arabistan'ın Şeyhülislamı sayılan Abdülaziz bin BAAZ
3-Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda Îtikādî İslâm Mezhepleri, İzmir 2004,
4-Mevlüt Özler, İslâm Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, İstanbul 1996, s. 22-27, 29-39.
5-İbni Hazm’a göre bu hadis dahi sahih değil, onunla amel olunamaz.
6-TDV İslam Ansiklopedisi “Mezhep” mad.
7-Bknz. Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi: Giriş, İstanbul 1996

Selahaddin Nasranlı / Habernas