Çıplak Arama; Eskiye Dönüş Özlemi / Nurullah Yılmaz

Gözaltı, yargılama ve cezaevi şartları Türkiye’de her daim tartışma konusu olmuştur. Özellikle doksanlı yıllarda gözaltına alınan herkes muhakkak bilindik sıkıntılar yaşamıştır. Dönem dönem eskiyi aratmayacak bazı şikayetler de gündeme gelmektedir. Özellikle son dönemlerde bir eskiye dönüş özlemi gözlenmektedir.

Çıplak Arama; Eskiye Dönüş Özlemi / Nurullah Yılmaz

Gözaltı, yargılama ve cezaevi şartları Türkiye’de her daim tartışma konusu olmuştur. Özellikle doksanlı yıllarda gözaltına alınan herkes muhakkak bilindik sıkıntılar yaşamıştır. Darbe dönemlerini dile getirmeye dahi gerek yok.

AK Parti’nin, eskiye nazaran, bu sorunların çözümüne yönelik gösterdiği çaba da dürüstlük adına kaydedilmelidir. Ammaa, dönem dönem eskiyi aratmayacak bazı şikayetler de gündeme gelmektedir. Özellikle son dönemlerde bir eskiye dönüş özlemi gözlenmektedir.

Bu bağlamda yeni tartışma mevzumuz, bir süredir cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülerle onları ziyarete gelen yakınlarının “çıplak” bir vaziyette aramalara tabi tutulduğuna yönelik iddialar.

Bu iddialar ne yazık ki hükümet ve Ak Parti’nin yöneticileri tarafından ısrarla yalanlandı. En son İçişleri Bakanı işi “terör” noktasına kadar götürdü. İlginç olan bu iddialarla ilgili soruşturma açılması gerekirken, iddia sahiplerine soruşturma açıldı.

Ancak iddialar -özellikle de hukukçu ve siyasetçi olanlar tarafından- “Bunu reddediyorum”, “inanmıyorum” demekle geçiştirilecek yok sayılacak basit bir durum değil. Üstelik iddialar yakın döneme has bir durum da değil. Eskiden beri var olan bir uygulama.

Yani “çıplak arama”mevzuatta var olan bir durum.

Üstelik, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, ceza ve infaz kurumlarına kabul ve girişlerde tutuklu ve hükümlülere uygulanan çıplak arama, iddiasıyla ilgili yaptığı açıklamada "Genel arama işlemlerine rağmen ilgilinin kuruma yasak madde veya eşya sokacağına dair makul ve yoğun şüphe varsa detaylı arama uygulaması yapılır" diyerek bu gerçeği kabulleniyor.

Tabi, açıklamada her ne kadar “terör ve “uyuşturucu” suçluları vurgusu üzerinde duruluyorsa da bu “şüphe” neye, kime ve hangi standarda göre belirleniyor orası bir muamma. Türkiye'nin genel durumu dikkate alındığında, rahatlıkla, görevlilerin insafına ve keyfine bırakılmış diyebiliriz. Yani her türlü istismara açık bir uygulama. Doğru olan, bu uygulamalara dayanak olarak gösterilen mevzuat hükümlerinin değiştirmesi, kolluğun vazife sırasında hukuk sınırlarında kalmasını sağlayacak etkin denetim mekanizmaları geliştirmektir.

Diyorlar ki, “kara propaganda”, “oyuna gelmeyelim”. Farz edelim ki öyle. Peki oyuna gelmemenin yolu inkar etmek midir? Görmezden gelmek, önemsememek midir? Yoksa “müstehaktırlar” diyerek geçiştirmek midir?

Oysa, gerekçe ve mazeret ne olursa olsun en azından şu açıklamanın yapılması lazımdı; “iddialar vahim, ivedilikle soruşturma açılacaktır...”

Velev ki propaganda olsaydı, önü alınırdı. Üstelik, bu tür eylemlere tevessül etmek isteyen görevliler de bir daha yeltenemezdi böyle uygulamalara... Ancak üstü kapatılınca ve kapatılmaya çalışılınca, yanlış olduğunu bilseler dahi, başkaları da benzer uygulamalara cesaret ederler.

İşin doğrusu, devlet ne sevmeyi becerebiliyor ne de kızmayı becerebiliyor. Birçok hassas meselede doğru dürüst bir ayar tutturamıyor. İktidarda kimin olduğu da çok fark etmiyor.  

Oysa, yaşananları “inkar” ve “yok sayma” ile propagandacıların ellerine daha çok malzeme vermiş olurlar. Bu yol ve bu üslup insanları daha da bilemekten başka hiçbir işe yaramaz. Tecrübeyle sabittir.

Üstelik, iddiaları dile getirenler var, mağdur olduğunu söyleyenler var. En azından, inkar etmeden önce onların dinlenilmesi gerekmez mi? Yalancı iseler yalanları ortaya çıkar. Organize bir oyun ise oyun boşa çıkar. Haklı iseler en azından bundan sonra benzer mağduriyetlerin yaşanmaması için tedbirler alınır. Yahut, -şayet var ise- suçlular tespit edilir.

Gerekçe ne olursa olsun, bu muamele hiç kimseye reva görülemez. Özellikle de kadınlara. Siyasi düşüncesi ve suçu ne olursa olsun.

Dolayısıyla, insan onur ve haysiyetini ilgilendiren böyle bir konuda, bizi kandıracaklarsa kanalım. Bizi propaganda malzemesi olarak kullanacaklarsa kullanılalım.

Her şeye rağmen, böyle hassas bir konuda, mağdurun ve iddia sahibinin kimliğine bakmaksızın tavır almak lazım, “ama”sız,  ve “fakat”sız.

Nurullah Yılmaz / Habernas