6-8 Ekim vahşetinin üzerinden 11 yıl geçti
Bugün daha önce yaşanmamış büyük bir vahşetin yıl dönümü... 6-8 Ekim kalkışmasının üzerinden 11 yıl geçti.

Türkiye'nin Güneydoğu'sunda fakir, yoksul ve yetim ailelere kurban eti dağıtan gençlere yönelik vahşi örgüt mensupları ve yandaşları tarafından yapılan cani saldırının üzerinden 11 yıl geçti.
Hiç unutmadık ama tekrar hatırlayalım;
2014 yılının Kurban Bayramı'nda Diyarbakır'da ve bölgenin diğer şehirlerinde yaşanan vahşet, Kürdistan'ın katliamlar tarihinde yeni bir sayfa açtı. Bir taraftan ceberut iktidarların insanlık dışı uygulamaları, diğer taraftan PKK'nın kuruluşundan bu yana başta kendisine biat etmeyen bölge insanına yönelik baskı ve saldırıları, 6-8 Ekim 2014'te yeni bir boyut kazandı.
HDP Genel Merkezi ve onun Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın çağrısıyla sokaklara inen PKK/HDP'liler "her yeri Kobani'ye çevirmek" üzere, Müslüman Kürt halkına karşı büyük bir kıyıma girişti. Ellerinde kurban eti, ihtiyaç sahiplerinin kapılarını aşındıran gençler, linç edildi, sakallı insanlar, tesettürlü kadınlar hedef alındı, cami ve Kur'an kursları ateşe verilip yağmalandı. Yaşanan saldırıların en önemli merkezi ise Diyarbakır oldu.
Diyarbakır'da Yasin Börü, Hüseyin Dakak, Hasan Gökgöz, Riyad Güneş, Turan Yavaş ve Cumali Güneş acımasızca katledildi. Bölgenin diğer illerinde de başta HÜDA PAR olmak üzere İslami kimlikli kişiler ve kurumlar hedef alındı. 6-8 Ekim süreci uzun sürdü ve bu zaman diliminde Bingöl'de Fethi Yalçın ile Cengiz Tiryaki de silahlı saldırı sonucu şehit oldu. Van'da Latif Şener, Kızıltepe'de Suriyeli Abdullah Muhammed Latif ve bacanağı Suudi Arabistan vatandaşı Fehad İbrahim Elduveric PKK'liler tarafından katledildi.
6-8 Ekim olayları kesinlikle bir prova değildi. Başta ABD olmak üzere uluslararası güçlerin desteğiyle yapılan apaçık bir operasyondu. Ancak bu operasyon Türkiye'ye karşı bir girişim değildi. Zaten bundan dolayı da devlet tüm olan bitene karşı sessiz kaldı ve sadece olayları izlemekle yetindi. Bu girişimin tek hedefi vardı. O da başta Diyarbakır olmak üzere Kürdistan illerindeki dindarları ve dindar halkın örgütlü yapılarını tasfiye etmekti. PKK kurulduğu günden beri bu amacı hep taşımıştır. Nitekim 90'lı yıllarda da benzer katliam girişimleri ve saldırıları olmuştu. Susa ve Başbağlar katliamları sadece birer örnektir.
6-8 Ekim olayları aslında ansızın başlayan bir olay değildir. 2000'li yıllarda Türkiye Kürdistan'ında fincancı katırlarını ürküten asıl olay 12 Şubat 2006 Pazar günü Diyarbakır İstasyon Meydanı'nda Danimarka'daki karikatür hakaretine karşı gerçekleşen Peygambere Saygı Mitingi oldu. Bugüne kadar Müslüman halkın örgütlü yapısının tamamen yok olduğunu düşünüp Kürt halkına yeni elbiseler biçmeye çalışan emperyalist güçler, Kürt halkının inancına ve Peygamberine bağlı olduğunu aynel yakîn gördü. Tabii ki mesele sadece bir mitingle sınırlı değildi. STK'lar bünyesinde yapılan İslami faaliyetler meydanın düşündükleri gibi boş olmadığını gösterdi. Bu durumun, 90'lı yıllarda uyguladıkları şeytani plan ve projelerinin suya düşmesine vesile olacağı kanaatini doğurunca ciddi olarak endişelenmeye başladılar.
Devletin o günkü tavrı ibretlik ve tarihe geçecek nitelikte bir olaydır. Devlet olayların çıkacağını biliyordu. Ancak hiçbir önlem almadı. Olaylardan bir hafta sonrasına kadar da yapılan vahşete rağmen halen PKK'nın bu vahşetini makul ve masum görme çabaları vardı siyasilerde. Ancak halka yaşatılan vahşet, katliam ve talanın boyutları ortaya çıktıktan sonra mızrak çuvala sığmadı. Ondan sonra ağız ve söylem değiştirildi. Ancak fiili olarak bir adım atılmadı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınc'ın ifadesiyle "olaylara 150 bin kişi katıldı" ama ölen insan sayısı kadar bile kimse yargılanmadı. Olayın asıl azmettiricileri daha sonradan Dolmabahçe mutabakatıyla ödüllendirildiler ve newrozlarda halk kahramanı ilan edildiler.
Katliamdan yaralı olarak kurtulan Yusuf Er'in ifadeleri kan dondurdu
Yasin Börü'nün arkadaşı ve yaşananların canlı tanığı, 27 bıçak darbesi, 2 kurşun yarası ile ölümün kapısından dönen Yusuf Er, o gün şehitlerle beraber kurban kesim yerine gittiklerini, kurban eti dağıtmak üzere kesim yerinden ayrıldıklarını belirterek şöyle konuşmuştu:
“Son grup olarak kurban etlerimizi dağıtırken PKK/HDP'liler bize 'Kimsiniz ne arıyorsunuz burada?' diye soru sormaya başladı. Biz de ellerimizdeki kurban eti poşetlerini gösterip muhtaç ailelere et dağıttığımızı söyledik. Muhtemelen sakalımız olduğu için bize 'IŞİD'çi' dediler ve bizi yakalamaya çalıştılar. Biz IŞİD'çi olmadığımızı, bilakis Kobanili ailelere de kurban eti dağıttığımızı söyledik.
İçlerinden biri 'Bunların hepsi aynıdır, ha İŞİD ha bunlar fark etmez.' diyerek çeteleri bize doğru yönlendirdi.
Bu sırada Yasin Börü ve arkadaşları, 10-15 kişilik bu PKK'lı grubun, sakallı bir genci darp ettiklerini, o gencin de kendisinin IŞİD ile bir ilgisinin olmadığını anlatmaya çalıştığını görürler.
Hasan Gökgöz ve Riyad Güneş, kan revan içinde kaldığı için tanınmayacak duruma gelmiş bu gencin, dernek gönüllülerinden M.A. olduğunu görür. Hasan ve Riyad, PKK'lı çetelere bu genci tanıdıklarını, kendileri gibi M.A.'nın da IŞİD'le bir ilgisinin bulunmadığını, gencin serbest bırakılmasını ve kendilerinin de kurban dağıtımı için engellenmemesini isterler. PKK'lılar ise 'Konuşmayın lan! Şimdi sizi de bunun gibi geberteceğiz' deyip M.A.'nın kafasına ve sırtına bıçak batırmaya devam ederler.
Üzerlerine doğru gelen PKK'lıların kendilerini de M.A. gibi kan revan içinde bırakacaklarını anlayan Hasan Gökgöz ve Riyad Güneş, kanlar içinde kalmış M.A.'yı çekerek kurtarmayı, henüz çevredeki diğer PKK'lılar gelmeden kaçmayı planlarlar. Hasan ve Riyad 'Allah'tan korkmaz mısınız, bunun da bizim de IŞİD'le bir ilgimiz yok' diyerek M.A.'yı çetelerin ellerinden çekip kurtararak kaçarlar.”
"Ev sahibi kadın polisten yardım talep etti ama polis kılını kıpırdatmadı"
Yasin Börü ve diğer arkadaşlarıyla 7-8 dakikalık bir kovalamacadan sonra Öz Turan-3 Apartmanı'na sığındıklarını anlatan Er, saldırgan grubun, bulundukları binayı kuşatmalarının ardından gelişen olayları ise şöyle anlatıyordu:
“Binaya girer girmez, binanın dış kapısını kapattık. Işığın sönmesini bekledikten sonra, iki kat yukarı çıktık. Bina yöneticisi yaşlı bir bayan bizi gördü ve 'Bu binadan çıkın, dışardakiler gelip kapımı kırarlar' gibi bir şeyler söyledi. Biz de 'Teyze, sakin ol! Biz sadece kurban eti dağıtıyoruz. Bak bu çeteler bizim peşimizdeler, bizi öldürecekler ve eğer kapınızı kırarlarsa biz size yeni bir kapı yaptırırız. Dışarıdakiler bizi IŞİD üyesi olarak itham edip kovalıyorlar. Onlar gitsin binadan çıkacağız.' dedik. Tabi yönetici bizi dinlemedi ve binadan çıkmamız için bize baskı yapmaya başladı. Yönetici kadının çocukları geldi ve annelerini dairelerine alıp içeri girdiler. O sırada bir kat daha yukarı çıktık ve bizi gören bir bayan bize acıdı ve 'Gelin benim evimde saklanın' deyip bizi 3'üncü kattaki dairesine alıp kapılarını kilitledi. Dairenin biri panjur diğeri çelik kapı olmak üzere iki kapısı vardı. Eve girdik ve bir odaya geçtik. Kadın bize su getirdi, su içtik. Yukarı katlardan biri bizleri arayan dışarıdaki gruba 'IŞİD'çiler bu binada' diye seslenince bina kapısına ateş edip açtılar. Çeteler, hızla çatıya çıktı. Binaya girdiğimizi haber aldıkları için çatıda olduğumuzu düşündüler. O esnada PKK'lılar, apartmanın bütün dairelerini tek tek kontrol ediyorlardı. Bunun üzerine ev sahibi kadın 155 polis imdat hattını defalarca arayarak bizlerin PKK'lılar tarafından katledilmeye çalışıldığını haber vererek yardım talebinde bulundu. Sosyal medyaya da yansıdığı üzere (FETÖ'cü olup olmadığı araştırılması gereken) polisler kadının yalvarışını ciddiye almadı. Polis bizi kurtarmak için kılını kıpırdatmadı.
Ev sahibi kadının kocası eve gelince saldırganlara yardımcı oldu
Sığındıkları evin hanımının eşinin de bu arada eve geldiğini söyleyen Yusuf Er, onunla aralarında geçen diyaloğu şu sözlerle ifade etmişti:
“Bizi evinde korumaya çalışan kadının kocası yarım saat sonra, kapıyı çalmadan sessizce, anahtarla açtı ve içeriye girdi. Sonra bize 'Siz kimsiniz' der demez, bıçağını çekti. Daha sonra da bize İŞİD'çi muamelesi yapıp, kapıyı açmaya ve bizi daireden atarak çetelerin eline vermek istedi. Başta Hüseyin olmak üzere hemen onunla kapı arasına girip daire kapısını açmasına mani olduk. Kapıyı açmaması için yarım saatten fazla ev sahibiyle konuşup ikna etmeye çalışıyorduk. Bizi dinlemesi için bir çare arıyorken, tam o esnada babam beni aradı. Ben de arkadaşlarımla içinde bulunduğumuz durumu babama anlattım ve ev sahibinin bizi dışarı atıp çetelerin eline vereceğini söylediğimde babam 'Telefonu ev sahibine ver.' dedi. Ben de telefonu ev sahibine verdim. Babam onunla konuşunca biraz ikna olmuş gibi oldu.
Şehit Hasan Abi bize bir öneri sundu ve 'Ev sahibi dışarıdakilere telefon açsın, binayı boşaltıp terk etmelerini söylesin. Biz de gidelim.' dedi. Bunun üzerine ev sahibinden dışarıdakileri arayıp binayı terk etmelerini ve bizim de buradan çekip gideceğimizi söylemesini istedik. Ev sahibi de dışarıdaki birini telefonla aradı. O arar aramaz daire kapısının önündeki birinin telefonu çaldı -demek ki hepsi birbirini tanıyor, diye düşündük- Ev sahibi ona 'Aradıklarınız benim dairemdeler. Siz binayı terk edin, bunlar da çıkıp gidecekler.' dedi ve telefonu kapattı. Telefon kapanır kapanmaz, ev sahibinin kendisiyle görüştüğü şahıs, yönettiği çetelere seslenerek 'gelin IŞİD'çiler bu evdeler' dedi. Saldırganlar kapıyı çaldı ancak açmadık.”
"Çevredeki bir-iki balkonda zılgıt çekip 'öldürün onları, o evde kimseyi sağ bırakmayın' diyenler oldu"
Saldırgan grubun bir süre sonra saklandıkları evi tespit ettiğini ifade eden Er, sözlerine şöyle devam ediyor:
"O esnada kapıyı kırmaya başladılar, panjurun anahtarına silah sıkarak kırdılar. Biz kurban eti dağıtan 5 kişi artık buradan sağ salim bir çıkışın olmadığını anladık ve hepimiz birbirimizle helalleştik. Çeteler panjurlu kapıyı kırar kırmaz, biz de kapıdan uzaklaşmaya başladık ki kapıyı kırarlarsa kimseye zarar gelmesin. Çünkü dışardan gelen seslere göre, biri diğerlerine 'Dinamit getirin, kapıyı havaya uçuralım.' diyordu. Onların bu konuşma sesleri bize net olarak geliyordu. Biz de onların dinamitle kapıyı uçurma ihtimaline karşı, kapıdan uzaklaştık. Sırtımız mutfak tarafına, yüzümüz de daire kapısına bakıyordu. Biz hem ev sahibiyle konuşuyor hem de dışardaki çetelerin konuşmalarını dinliyorduk. Saldırı anında çevredeki bir iki balkonda tencere, tava ve kaşıklarla demirlere vuranlar ve zılgıt çekip 'Öldürün onları, o evde kimseyi sağ bırakmayın' dediklerine şahit olduk. Tabi çeteler de bu zılgıt ve tezahürat sloganları arasında daha da vahşileşiyor ve sanki öldürme içgüdüleri daha bir kabarıyor ve kapıya daha fazla yükleniyorlardı. Biz hem ev sahibi ile konuşup hem de kapının dışında olan biteni dinlerken, bizim bu gafletimizden faydalanan saldırganlardan biri (U.D.) diğer çete üyelerinin yardımıyla üst kattaki daireden ip sarkıtıp bulunduğumuz dairenin mutfağına inmişti. Bizim bundan haberimiz yoktu. Üst kattan iple inen kişi bize yaklaşıp 'Kimsiniz?' der demez silahla ateş etmeye başladı. İlk ateşte, Şehit Hasan'ı vurdu. Hasan Abi bize 'Yaralandım' diye seslendi. Hüseyin, Riyad ve Yasin yaralanan Hasan abiyi sürükleyerek banyoya çektiler."
"Silahı elinden düşer düşmez, hiç telaş edip paniklemeden belinden ikinci bir silah çekti"
Silahlı saldırganın kendisine yöneldiğini söyleyen Er, evin içinde yaşanan hengâmeyi anlatmaya şöyle devam ediyor:
"Ön tarafta ben kaldım, bana da silah sıkınca lavaboya doğru kaçtım. Sol çaprazda eli silahlı olan kişi vardı. Ben o esnada dairenin lavabosunun kıyısına sığınmıştım. Sağımda bir çek pas sapı gördüm ve onu elime aldım. Yaklaşmasın diye ona doğru çek pası sallamaya başladım. Hemen yanımda bir sıvı deterjan kutusu vardı. Onu da aldım ve eli silahlı olan PKK'lı şahsa doğru fırlattım. Benim deterjan kutusunu fırlatmamla birlikte, içeri silahla balkondan giren şahsın silahı elinden düştü ve silahı elinden düşer düşmez, hiç telaş edip paniklemeden belinden ikinci bir silah çekti. O esnada ben sopayı ona doğru sallamaya devam ediyordum. Ancak aklım Hasan Abi'de kalmıştı. Hem sopayı ona sallıyor hem de Riyad Abi'ye 'Riyad Abi! Hasan Abi'nin durumu nasıl?' diye soruyordum. Riyad ile konuşurken saldırgan benim bir boşluğumu yakaladı ve ikinci silahıyla bana ateş etti. Kurşun hem elimi hem de bacağımı yaraladı. Kurşun yarası aldığım gibi, ben de lavaboya koştum. Bana silah sıkıldığı esnada ev sahibi, anahtarı silahlı kişiye fırlattı. Ev sahibi eş ve çocuklarını alıp bir odaya girdi. Anahtarı alan o şahıs, daire kapısını açıp dışardaki bütün o çeteleri içeriye aldı."
"Silah, bıçak, satır ve keserlerle, arkadaşlarımı vura vura delik deşik ettiler"
"Dairenin içinde, dört arkadaşımı şehit ettiler. Kurşun sesleri ve şehitlerin çığlıkları birbirine karışmıştı." diyen Yusuf Er, vahşeti şu sözlerle anlattı:
"Çetelerin şehitlere vurduğu darbelerin şiddetinin sesini net olarak duyuyordum. Çetelerin 'Öldürün, sağ bırakmayın' sesleri de evde yankılanıyordu. Yaklaşık olarak 10-15 dakika boyunca silahlarla, bıçaklarla, satırlarla ve keserlerle, arkadaşlarıma vura vura delik deşik ettiler. Sonra bir PKK'lı 'Halen yaşıyor mu? Pencereden aşağı atın, gebersinler' dedi. Gündüz beraber kurban eti dağıttığımız arkadaşlarımı yaralı halleriyle 3'üncü kattan aşağıya attılar. Sonra çeteler tam daireden çıkacakken, yukarı kattan eve ilk giren kişi 'Lavaboda bir kişi daha var, yaralıdır' dedi. Sonra lavaboya yöneldiler ve kapıyı içerden kapattığım için onlar da kapının camını kırdılar. Cam kırılır kırılmaz, çeteler camın kırıldığı yerden bana ellerindeki aletlerle uzanıp vurmaya çalışıyorlardı. Ulaşamayınca bana 'Çık sana karışmayacağız' dediler. Ancak dışarı adımımı atar atmaz birisi sırtıma bıçak sapladı. Lavaboya geri kaçtım. Bana ulaşmakta zorlanınca, kapıyı zorladılar ve lavabonun kapısını da kırıp, içeriye girdiler. İçeriye sadece birkaç kişi girebildi. İçeri girenler, ellerindeki sopa, satır, bıçak ve keserlerle bana vurmaya başladılar. Birisi satırla saldırınca ayağımı kaldırıp kendimi korumaya çalıştım. Ama satır, ayağımı kesti. Başka biri sopayla vuruyordu. Bir diğeri de kafama bıçak saplıyordu. Bıçağın ucunu kafama vurup çekiyordu. Her tarafımdan kan akıyordu. Çetelerin o yoğun darbeleri neticesinde sendeledim. Sonra içlerinden biri karnımın boşluğuna bir tekme vurur vurmaz yere düştüm. Yere düştüğüm gibi çeteler ellerindeki bıçakları kafama batırmaya başladılar. Daha sonra tutup lavabodan çıkardılar."
Dehşet dolu anları anlatmaya devam eden Yusuf Er, yaşanan barbarlığı aktarmaya devam ediyor…
"Beni salona aldıkları zaman, katiller üzerime çullanmaya ve bana ölümcül darbeler vurmaya başladılar. Salondakiler şöyle diyordu; 'Çekilin, biz vurmadık, biz de vuralım!' Bazıları bana bıçak batırıyor, bazıları da sopa, satır ve keserle vuruyordu. Onların bu ölümcül darbeleri sonucunda bayılmıştım. Bir ara sol tarafımda müthiş bir acı hissettim ve o acı beni kendime getirdi. Ciğerime saplanan o bıçağın acısıyla kendime geldim. Bir de baktım ki çeteler beni havaya kaldırmış. Onlar beni de üçüncü kattan atmak üzereler. Çetelerin ellerinden kurtulmak için çırpındım ve çeteler beni zapt edemedikleri için yere düşürdüler. O yaralı halimle ve vücudumda onlarca bıçak darbesi ve kurşun yarasına rağmen, bir boşluk bulup merdivenleri gözüme kestirdim. Çetelerin elinden kurtulup can havliyle kapıya ve ardından da merdivenlerden aşağıya doğru koşmaya başladım. Benim merdivenlere doğru koştuğumu gören çeteler de peşimden koşarak beni yakalamaya çalıştı. Merdivenlerde kimsenin olmaması beni şaşırttı. Zira bizi kovalayan o kalabalık çetelerin çekip gitmeleri düşüncesi bana mantıksız göründü. Zaten aşağı indiğimde de sorumun cevabını buldum."
"Saldırganlardan biri 'öldürelim' diğeri ise öldürmeyelim, sağ bırakalım da diğerlerine ibret olsun' dedi"
"Zemin kata kadar koştuktan sonra baktım ki çeteler binanın kapısının önüne yığılmıştı. Bunun için binanın dışına çıkamadım, kendimi binanın merdivenlerinin altındaki küçük boşluğa attım. Zaten kapıdaki çeteler de beni görmüş ve bana doğru gelmeye başlamışlardı. Merdiven altında da darp edildim. Orası çok dar bir yerdi. Çeteler bana yetişmek için uzanmak zorunda idiler. Onlar bana uzanmak isteyince ben ayaklarımı sallıyor, kendimi el ve ayaklarımla müdafaa etmeye çalışarak çeteleri yanıma yaklaştırmamaya gayret gösteriyordum. Çeteler bu şekilde bana yetişemeyince, bu kez çek pas sapının ucuna bıçaklarını bağlayıp, o sapları uzaktan bana mızrak gibi saplamaya başlamışlardı. Onların bu bıçaklı saldırısı ve öncesinde aldığım yaralardan akan kan kaybımdan dolayı takatim kesildi. Bunu fırsat bilen çeteler beni ayaklarımdan tutup dışarı çektiler. Beni yakalayan saldırganlardan biri 'öldürelim' diğeri ise 'Öldürmeyelim, sağ bırakalım da diğerlerine ibret olsun' dedi. 'Öldürelim' diyen kişi 'Elini ayağını bağlayın ve getirin' diye seslendi. Bu kişi sonradan öğrendiğime göre ev sahibinin babası imiş ve bir süre tutuklu kaldıktan sonra hâkimleri kandırıp serbest bırakılmış. Sonra iki kişi koluma girdi ve beni binadan dışarı çıkardılar. Manzara dehşet vericiydi. Manzarayı görünce ayaklarımın bağı çözüldü. Dışarıda, arkadaşlarımın binadan aşağı atılıp bedenlerinin parçalanmış hallerini gördüm ve dehşete kapıldım. Yerde yatan arkadaşlarımın cesetleri yakılmış, kafaları ezilmişti. İlk önce Şehit Hasan'ı gördüm, yüz üstü yerde yatıyordu, yukarıdan kafa üstü aşağı atmışlardı. Sonra diğerlerini de gördüm; hepsini linç ederek yukarıdan aşağı atmışlardı. Etrafı yanık et kokusu sarmıştı. Çünkü arkadaşlarımın vücuduna benzin döküp, Budistçe yakmışlardı."
"PKK'lı çeteler beni bu hale getirdi' cevabımı duyanlar yanımdan hemen uzaklaşıyordu"
Uğradığı saldırıda 2 kurşun, 27 bıçak ve çok sayıda sopa darbesi aldığını söyleyen Yusuf Er, hayat ile ölüm arasında geçen kan donduran süreci de şöyle dile getiriyor:
"Dışarı çıkarıldığımda bana yine sopalarla vurmaya başladılar. Birdenbire içlerinden biri arkadan bana tekme atarak, 'Haydi git. Seni serbest bırakıyoruz.' dedi. Çetelerin beni serbest bırakmasına hayret etmiştim. Ama madem beni bırakmışlardı, ben de var gücümle oradan koştum. Koşmaya başlarken iki kişi bana doğru 5-6 el ateş ettiler. Onların bu kurşunlarından Allah beni korudu. Ben kurşun ve bıçak yaralarından dolayı çok kan kaybettiğim için koşarken sendeliyordum. Kurşun değmesin diye de gücümün yettiği kadar zikzak çiziyordum. Allah'ın yardımı ile yarı baygın bir halde o vahşet ve barbarlığın yaşandığı yerden kurtulmayı başardım. Sonradan saydığımda ufak tefekler hariç 27 bıçak darbesi, 2 kurşun yarası, çok sayıda sopa ve keser darbesi almıştım. Tüm bunlardan sonra hâlâ da yürüyebiliyor olmak, Allah'ın lütfundan başka bir şey ile izah edilemezdi. Bir iki sokak sonra çok kan kaybettiğimden nefes alamaz oldum ve yere yığıldım. İnsanlar yanımdan geçiyor ve bana ne olduğunu sorunca, ben 'PKK'lı çeteler beni bu hale getirdi.' dedim. Ancak bu cevabı duyanlar, yanımdan hemen uzaklaşıyordu."
"Sonra öğrendim ki o kişi arkadaşım Şehit Yasin'miş!"
"Yarı baygın bir halde ve kan revan içinde, önünde yığılıp kaldığım binadan bir adam çıktı ve bana yaklaşarak 'Ne oldu, sana bunu kim yaptı' deyince ben 'PKK'lı çeteler bana bunu yaptı' dedim. Adam bana 'Kimin kimsen yok mu? Bana numarasını ver, arayayım' dedi. Ben de babamın numarasını verdim. Babam meşgul çalınca amcamı aradık. Adam amcama 'Senin Yusuf adındaki yeğenin burada, gel al götür yoksa kan kaybından ölecek' dedi. Amcam hemen gelip beni özel bir hastaneye götürdü. Beyaz elbiselerim kandan kıpkırmızı olmuştu. Sonrasını zaten hatırlamıyorum. Daha sonra tıp fakültesine sevk etmişler. Orada gözlerimi açtığımda kafası paramparça edilmiş, yakılmış ve tanınmayacak halde olan bir şehidin getirildiğini öğrendim. Sonra öğrendim ki o kişi arkadaşım Şehit Yasin'miş."
"Yasin Börü'nün cenazesinin yanında halay çekiyorlardı!"
İnsanlıktan çıkıp canavarlaşan saldırganların Yasin Börü'nün naaşının etrafında ateş yakıp, halay çektiklerini anlatan görgü tanıklarından H.B. ise o günlerde şöyle konuşmuştu:
"Saat 19 sularında arkadaşlarımızla helalleşip transit ile Köy-Der'den çıktık. Transitte ikisi yanımda, üçü arkada olmak üzere beş kişi daha vardı. O mahalleyi en küçük sokağına kadar çok iyi biliyordum. Cengizler Caddesi'ne çıktım. Dikkat çekmemek için yavaş yavaş ilerliyordum. İlerideki küçük meydanda PKK/HDP'li çetelerin bir ateş etrafında dolandıklarını gördük. Şehitlerin naaşının olduğunu öğrendiğimiz sokağa girecektik. Fakat cadde kenarına park eden bir araba sahibinin bize meydanı işaret ederek 'orada, orada' demesi üzerine ilerledik. İlerlerken yine de şehitlerin aşağı atıldığı binanın sokağının başında durup baktık. Şehit Riyad'ın kardeşinin, abisinin naaşını almak için fedakârlık yapıp oraya geldiğini gördük. Biz de YDG-H çetelerinin caddeye kadar yerden sürükleye sürükleye (152 adım) götürdükleri şehidi (Yasin Börü'yü) alalım dedik. 15-20 kişilik çete, cenazenin yanında halay çekiyorlardı. Başlangıçta yavaşça yanlarından geçtik. PKK'lılar bizleri de kendilerinden sandı. Çevrede başka kimselerin olup olmadığını öğrenmek için biraz daha ilerledik. Dönüşümüzü alırken planımızı yaptık. Ateşin etrafındakileri şaşırtmak ve dağılmalarını sağlamak için hızlanacak şehidin naaşının yanında ani bir fren yapınca yanımdakiler kapkaç yöntemiyle hemen inip şehidin naaşını arabaya alacak ve hızla oradan ayrılacaktık. Fakat hem PKK'lıların ateş etmeye başlaması hem de Yasin'in naaşının yere yapışmış olması bize vakit kaybettirdi. PKK'lıların silahlarından çıkan birçok mermi arabamıza isabet etti. PKK'lıların bize ateş ettiğini gören çevredeki halktan birileri de (yapmış oldukları vahşetten dolayı) havaya ateş ederek PKK'lıların bize yaklaşmamalarını sağladılar. Yine çevrede tanımadığımız birilerinin de bize ateş eden YDG-H çetelerine ateş ettiğini gördük. Bunun üzerine YDG-H çeteleri kaçtı. Şehidin cenazesini bin bir güçlükle arabaya alınca da oradan ayrıldık. Fakat Köy-Der'e doğru ilerlerken yine de köşelerden bize ateş ediyorlardı."
6-8 Ekim sürecinde başta Diyarbakır olmak üzere bölgede yaşananlar, Müslüman Kürt halkının daha önce hiç görmediği bir vahşet ve barbarlığı içeriyordu.
İhtiyaç sahiplerine kurban eti dağıtan gençler acımasızca katledilmiş, binadan aşağı atılmış ve bedenleri yakılmıştı. Saldırgan grubun içerisinde her yaştan canilerin yer aldığı görülmüş, özellikle kimi kadınların gösterdiği tavır ise PKK'nın nasıl da barbar bir nesil yetiştirdiğini gözler önüne sermişti.
Şunu tekrar hatırlatmak gerekirse;
Ne Türkiye'nin Güneydoğu'sunda ne Gazze'de Allah için canını veren hiç kimse kaybetmemiştir, tam aksine kazanmıştır.
Kaynak: Dogruhaber