Tanıkların dilinden dinmeyen acı: Halepçe Katliamı

Binlerce kişinin hayatını kaybettiği Halepçe katliamından sağ kurtulanların anlattıkları, dinleyenlere hayret ve öfkeyi, hüzün ve ümidi bir arada yaşatıyor. Halepçe Katliamında bir çok yakınını kaybeden dönemin tanıkları, o dehşetleri anların, gözlerinin önünden hiç gitmediğini belirtiyor.

Tanıkların dilinden dinmeyen acı: Halepçe Katliamı

Modern dünya tarihine Hiroşima ve Nagazaki’den sonra 20’nci yüzyılın en büyük kimyasal saldırısı olarak kaydedilen Halepçe Katliamının üzerinden 34 yıl geçti.

16 Mart 1988 tarihinde çoğu kadın ve çocuklardan oluşan en az 5 bin kişi, Irak’ın devrik diktatörü Saddam Hüseyin'in emriyle Halepçe'ye savaş uçakları ile düzenlenen bombardımanda kullanılan kimyasal silahlarla hayatını kaybetmişti.

Aradan geçen yıllara rağmen yaraları sarılmayan ve ciddi anlamda hesabı sorulmayan katliamın acısı ilk günkü gibi taze.

Katliam sırasında yaralı kurtulan ve yakınlarını kaybeden tanıklar İLKHA'ya konuştu. Tanıkların anlattıkları dinleyenleri gah hayrete düşürüp öfkelendirirken gah hüzünlendirip ümitler de verdi. Kimileri, onca yıl boyunca ailesi sandığı başkaları tarafında büyütüldüğünü sonradan öğrenirken kimileri de halen kayıp kardeşini aramakta. 

Halepçe Katliamı sırasında yaşananları bir bir anlatan katliamın tanıkları, kimyasal saldırı ile hedeflenenin kentteki insanların tamamının öldürülmesi olduğunu belirttiler.

Halepçe Katliamı sırasında 11 aylık olan ve yıllar sonra tüm yakınlarının saldırı esnasında katledildiğini öğrenen Alan Tewfiq Heme'elî, kendisini büyüten İranlı ailesinin yanından 32 yıl sonra doğduğu topraklara dönüyor.

Gerçeği İranlı annesi vefat ettikten bir müddet sonra kansere yakalanan babasından öğrendiğini belirten Heme'elî, hatırlayabileceği bir geçmişinin olmayışının kendisini üzdüğünü anlattı.

"İranlı babam vefatından hemen önce, beni Halepçe'den alıp büyüttükleri gerçeğini söyledi"

Kendisini tanıtarak konuşmasına başlayan Heme'elî, "Ben Alan Tewfîq Heme’elî Halepçeli Tewfîq’in oğluyum. Halepçe Kimyasal saldırısında 11 aylıktım. Olay esnasında kayboldum ve İranlı Senencedli bir aile beni alıp büyüttü. 32 yıl aradan sonra yapılan DNA testiyle Halepçe’ye geri geldim. Annem babamdan önce vefat etti, İranlı anne ve babamı kastediyorum. Babam ise vefat etmeden birkaç ay önce hasta yataktayken beni çağırdı. Benim Halepçeli olduğumu ve beni alıp büyüttüklerini söyledi. Dosyaları bana verdi. Tabi kendi gözlerimle dosyaları görmeyinceye kadar inanamamıştım. Kendi gözlerimle gördükten sonra soruşturmaya başladım." dedi.

Soldaki karede Halepçeli Tewfîq ve kucağındaki oğlu Alan Tewfîq Heme’elî, sağdaki karede ise Alan Tewfîq Heme’elî ve kızı Meryem

Alan Tewfiq Heme'elî, "Buraya ilk geldiğimde kimseyi tanımıyordum. Bana Şehidler Derneği'ne gitmemi söylediler. Şehidler Derneği ise beni Erbil’de Şehidler Bakanlığı'na yönlendirdi. Ondan sonra Süleymaniye’ye gittim ve orada kan testi verdim. 2012 yılından 2016 yılına kadar yani 4 yıl bekledim. Testim sonuçlanmadan önce olayda yaralanan bazı şahıslarla tanıştım. Meryem adındaki bir kız için düzenlenen etkinlik için Halepçe’ye geldim ve bu vesileyle Halepçe’nin nasıl bir yer olduğunu görme fırsatım oldu. Çünkü olay esnasında 11 aylıktım ve neler olduğunu bilmiyordum." ifadelerini kullandı.

Alan Tewfiq Heme'elî, "Beni büyütüp yetiştiren İranlı anne ve babam beni çok iyi şartlarda ve sevgi içinde büyüttüler. Yani beni hiçbir şeyden mahrum etmediler. Hiçbir şekilde benim üzülmeme izin vermediler. Onların en büyük acısı benim üzülmemdi. Fakat onlar vefat ettikten sonra ben buraya geldim ve burada tek kaldım." dedi.

"Onlardan bana hatıra olarak kalan tek şey ise babamın Halepçe’de ki yapılmış heykeli"

İranlı babasının kendisine gerçekleri söylediğinde hastalığın etkisi altında olduğunu sandığını belirten Alan Tewfiq Heme'elî sözlerini şöyle sürdürdü:

Daha önce doktor hastalık ve üzüntüden değişik sözler söyleyebilir demişti. Fakat dosyaları gördüğümde inandım. Benim, bir Kürd olduğum için ve bir Kürd aile içinde büyüdüğüm için babam çok mutluydu. Çünkü böyle daha kolay gidip araştırabilirim, ailemi daha rahat bulabilirdim. Budan dolayı çok sevinçliydi. İranlı anne ve babamın tek evladıydım. Fakat buradayken 8 kişiydi ailemiz, 3 erkek kardeş ve 3 kız kardeştik. Onların hiçbir hayatta kalmadılar yaşayan tek kişi benim. Onlardan bana hatıra olarak kalan tek şey ise babamın Halepçe’de ki yapılmış heykeli.

Halepçe'ye geldikten sonraki süreci anlatan Alan Tewfiq Heme'elî, "DNA testi için geldiğimde kimseyi tanımıyordum. Şehidler Bakanlığı beni Süleymaniye’ye gönderdiğinde Doktor Ferhad adında bir doktor benden test aldı. Test sonuçlanmadan önce olayın bazı kurbanları ile ve Loqman beyle tanıştım. Sonradan geri dönen çocukların işlemlerinde bir sıkıntı oluştuğunu duyduk, tekrardan gelip test verdik. Halepçe katliamında kaybolduğumda elimde bir bileklik vardı. İranlı anne ve babam hatıra olarak saklamıştılar. Buraya geldiğimde kendimle beraber getirdim. Oda benim ailemi bulmamda en büyük yardımcı oldu. Ailemi bulmam için benden kan testi, saç testi aldılar. Aynı şekilde elimdeki bileklikte yardımcı oldu." diye konuştu.

Katliam gerçekleştiği sırada 6 yaşında olduğunu ve ailesinden sadece kendisinin hayatta kaldığını, bir kız kardeşinin ise kaçırıldığını şuanda kardeşinin hayatta olup olmadığını belirten Muhammed Said, katliamın 12'nci yılında Halepçe'ye dönerek evlendiğini ve şuan Şehidler Anıtı'nda görevli memur olarak çalıştığını söyledi.

Hayatta kalan kız kardeşinin nereye götürüldüğünü bilmiyor

Katliam sırasında ailesinden kendisi ile birlikte kurtulanların olduğunu ama yoldayken hepsinin şehid olduğunu, kendisi ve bacısının hayatta kalabildiğini anlatan Said, o gün ki dramı şöyle anlattı:

Katliam sırasında 6 yaşındaydım, kimyasal saldırı esnasında bir Arap köyüne sığındık. Bizim ailemizden, akrabalarımızdan 29 kişi gözümün önünde öldü. Pêşmerge olan bir ağabeyim sayesinde kaçışımız diğer insanlarımıza göre biraz rahat oldu ama yoldayken 2 ağabeyim daha öldü. Saldırı esnasında ben ve bir kız kardeşim kaldı hayatta. İkimiz beraber İran'a gittik, burada hayırsever dernekler bize yardımcı oldu hastaneye yatırıldık, tedavi gördük. Osman ağabeyimin durumu çok kötüydü, o yüzden tedavi için onu Belçika'ya gönderdiler. Yanımdaki kız kardeşim bazen bir grup tarafından bilmediğim bir yere götürülüyordu ve daha sonra tekrar getiriliyordu. Son götürülüşünde bir daha geri getirilmedi ve doktora sordum 'kız kardeşim nerede?' doktor ise beni tehdit ederek 'sus' dedi ve kız kardeşim için 'bir daha gelmeyecek' dedi. İran Kürdistanı'nda ikinci derece ailemle buluştum, 2000 yılına kadar orada anneannemin yanında kaldım ve 2000 yılından sonra Halepçe'ye gelerek evlendim, memleketime yerleştim.

Halepçe Katliamındaki kayıp çocuklardan biriydim. Tabi şu anda resmi olarak bulunanlar arasındayım. 2014 yılında bulundum ve ailemin Hewramanlı olduğunu öğrendim. Katliam esnasında 9 aylıktım. Katliamdan sonra hava yoluyla Kirmanşah’tan Şiraz’a götürüldüm. Beni bulan İranlının, hükümet yetkilileri ile arası iyiydi. Benim için bir kimlik çıkardı ve beni kendi çocuğu olarak nüfusuna aldı. Bana Muhammed Emin adını verdi. Daha sonra bu olayı yetkililere anlattı ve bir çocuk bulduğu söyledi. 31 yıl geçtikten sonra ailemi bulup Halepçe'ye gelebildim. 3 yıl geçtikten sonra daha yeni Halepçe’de neler olduğunu anlayabildim. Şu anda yetkililer ve arkadaşların desteğiyle özel bir göz hastanesi açmak istiyoruz. Hastane Süleymaniye’de olacak ve katliam mağdurları için ücretsiz hizmet verecek. İran’da yaşadığımda hiçbir yabancılık çekmedim. Bana çok iyi davranıyordular. Beni kendi çocukları gibi büyüttüler.

"Katliamdan kısa süre önce evlendim ve eşimi kaybettim"

Halepçe katliamı sırasında yaralı kurtulduğunu ve hala katliamdan izler taşıdığını anlatan aynı zamanda Halepçe Kimyasal Mağdurları Derneği Başkanı görevini yürüten Lokman Abdulkadir Muhammed ise yaşanan vahşeti bir daha yaşıyormuş gibi anlattı.

Konuşmasına "1988’de Halepçe’de yaşıyordum. Daha yeni evlenmiştim." sözleri ile başlayan Lokman Abdulkadir Muhammed, "Olaydan iki gün önce Halepçe’ye yönelik büyük bir saldırı başlamıştı. Irak Hükümeti yavaş yavaş baskıları artırıyordu. Daha sonra İran hükümeti Halepçe’ye girdi. Irak Hükümeti'nin baskılarından dolayı halkta bir korku oluşmuştu. Baas Hükümetinin bir şeyler yapacağını biliyordular fakat kimyasal saldırı olacağını tahmin etmiyordular. Saldırıdan bir yıl önce Halepçe halkı barışçıl bir gösteri yapmıştı. Gösteriden sonra Baas rejimi 60 kişiyi diri diri gömmüştü. Bundan dolayı halkta bir korku oluşmuştu. Irak’ın baskıları ve İran’ın Halepçe’ye girmesinden sonra halk bir şey olacağını bekliyordu. 15 Mart saat 11.45'te Irak uçakları şehre geldiler ve napalm bombalarıyla saldırmaya başladılar. Tabi saldırı planlı bir şekilde yapılıyordu. Napalm bombası ile saldırma sebepleri; patlamanın etkisiyle evlerin kapı ve pencerelerinin kırılmasıydı. Böylece kimyasal gaz daha kolay evlere girer ve ölü sayısı çoğalırdı. Daha sonra saat 14.30'da kimyasal bombalarla saldırmaya başladılar. Kimyasal bombalarının sesleri çok azdı. Saldırı sırasında bizler evlerin altındaki bodrumdaydık. Bombaların patlamadığını zannediyorduk. Diğer bombalar patladığında Halepçe’de deprem oluyor gibi ses çıkıyordu." dedi.

"Şu anda hepimiz tedavi altındayız. Her gün ilaç kullanmak zorundayız"

Muhammed, sözlerini şöyle sürdürdü: "Fakat bu bombaların sesleri çok azdı. Bizler de bodrumda kalıp bombalar patlamadı diye Allah’a şükrediyorduk. Bizce patlamayan o bombaların en çok zayiatı oluşturan bombalar olduğunu düşünüyorduk. Komşumuz olan Ali beyin evine de bir bomba isabet etmişti. Çok kötü bir kokusu vardı. Kötü kokudan kusmaya başladık. Kendi evimiz olduğu için bodrumdaydık ve kaçamıyorduk. Uzun bir süre bodrumda kaldık. İkinci gün İran’da hastaneye götürüldük. Hastaneye götürüldüğümüzde durumumuz çok kötüydü. Uzun süre orada kaldığımız için bedenimizin hepsi yanmıştı. Uluslararası toplum o zaman Irak’a destek veriyordu. İran, Halepçe’deki olayı dünyaya göstermek için bazı yaralıları başka ülkelere gönderdi. Almanya, Avusturya, Fransa ve başka ülkeler... Ben de Almanya’ya gönderilenler arasındaydım. Orada 40 gün kaldım. Fakat İran’a döndüğümde annem Cihan Sadık, Vezire ve Aşina adında iki kız kardeşim, Hewraman ve Awêser adında iki kardeşim ve eşim Horasan Hekim şehid olmuştular. Geriye sadece Halepçe’de olmayan bir erkek kardeşim ve bir kız kardeşim kalmıştı. Tabi hepimiz gazdan etkilenenlerdeniz. Şu anda hepimiz tedavi altındayız. Her gün ilaç kullanmak zorundayız. Olayda benim her iki gözüm kör oldu ve ameliyat yapılmak zorunda kalındı. Kardeşlerim de aynı durumdalar. Babam ve bütün evlatları aynı durumdalar."

Muhammed, dramın büyük acılarla katlanmasının sebebi olarak ise şunları söyledi:

"O zaman Peşmerge kaçmamıza izin vermedi. Eğer halkın kaçmasına izin verseydiler belki de bu katliam olmazdı. Halkın geri getiriyordular ve kaçmalarına izin vermiyordular. Başka bir sebep ise; bizim gibi aileler kalabalıktı ve onunla kaçabilecekleri bir arabaları dahi yoktu. Kaçmak biraz zordu. Fakat kimyasal saldırı olduğunu duyduğumuzda kaçmaya çalıştık ama gözlerimiz kör olduğu için kaçamadık."

Katliamın anlık gelişmediğini öncesinin olduğunu belirten tanıklardan Aras Abid Ekrem, katliamdan bir yıl önce bölge halkının zorla askere alınması kararı çıktığını buna karşı çıkan halkın gösteri düzenlediğini belirtti.

Ekrem, gösterisi sonrası Halepçe'nin 1987 yılında bombardımana tutulduğunu ve bombardımanda yaralananlardan onlarca kişi refakatçileri ile birlikte diri diri gömüldüğünü söyledi.

Aras Abid Ekrem, "Daha önce evimiz sınıra yakın bir köydeydi. İran-Irak arasında 8 yıl süren savaştan dolayı Halepçe merkeze taşındık. Katliamdan önce ailemiz 13 kişiydi. Annem, babam, 8 kız kardeş ve 2 de erkek kardeşim vardı. Anlaşıldığı üzere Irak Hükümeti Halepçe’ye saldırı düzenlemesi planlı bir şekildeydi. Çünkü bizler Saddam Hüseyin ve Baas partisini tanıyorduk. Eğer bir yerde bir asker öldürülseydi orayı viraneye çevirirdi. Eğer bir yerde bir kurşun sıkılsaydı bölgeyi yıkmaya başlıyordu. Bizle Saddam Hüseyin ve Baas Partisini hiçbir şey kabul etmediğini biliyorduk. Kendilerini bu halka kabullendirmek istiyordular. Olaydan bir yıl önce yani 13 Mayıs 1987’de bölgedeki halkı toplayıp zorunlu askere götürmek istedi. Buna tepki olarak Halepçe halkı bir gösteri düzenledi. Fakat Irak Hükümetinin cevabı bombardıman ve onlarca yaralı oldu. Maalesef saldırıdan dolayı hastanede de onlarca sivil yaralandı. Askeri meclisin onayıyla 50’ye yakın hastanedeki yaralı refakatçılarıyla birlikte Halepçe’de diri diri mezara gömüldüler." dedi.

O dönemdeki süreci anlatmaya devam eden Aras Abid Ekrem, sözlerini şöyle sürdürdü:

    Fakat Irak hükümetinin vahşiliği bizim tahmin ettiğimizden daha da fazlaydı. Olaylar ayın 16’sında başladı. Halepçe Süleymaniye’ye bağlı bir ilçe ve üç tarafı sınır. Halepçe ve Süleymaniye arasından bir nehir geçiyor ve diğer tarafa geçebilmek için sadece bir köprü var. O zaman Irak hükümeti Kandil ve başka bölgelerdeki siyasi partilerin merkezlerine saldırı düzenliyordu. Peşmerge güçleri bu saldırıları azaltmak için Halepçe’ye yerleşmeyi tercih etmiştiler. Halepçe’yi almak biraz zordu. Orda ki halkta Hükümete karşıydı ve Siyasi partilerle ilişkileri vardı. Ayın 12'sini 13'e bağlayan gece saat 02.00’de İran güçleri toplarla saldırmaya başladılar. Aynı şekilde Saddam’a bağlı askeri komutanda ihanet etmişti. Siyasi partilerle ilişkileri vardı. Hiçbir askeri mukavemet göstermeyip Halepçe’yi teslim etti. O kadar askeri olmasına rağmen 2-3 saat içinde teslim oldu. Bölgede 400-500 askeri nokta vardı fakat sadece 4-5 tanesinde çatışma çıktı. Diğerleri hepsi teslim oldular. Ayın 15'in de Peşmerge güçleri şehri tamamen kontrol ettiler. İran devrim muhafızları ordusu topçu birlikleri de Halepçe’ye saldırdılar. Bu saldırılar sonucu onlarca kişi şehid oldu yâda yaralandı. Tabi Irak Hükümetini askeri birliği komutanının teslim olduğunu biliyordu. Halepçe halkının önündeki bütün yollar kapanmıştı. Bir yandan Peşmergeler halkın şehri terk etmesine izin vermiyordu. Diğer taraftan ise Irak hükümetinin bombardımanlarından dolayı halk sınırlara doğru kaçamıyordu. Yani katliamdan bir-iki gün önce kaçmayanlar orada kalmak zorunda kaldılar.

Fransız uçakları alçaktan uçuyor

"Ayın 16’sına kadar şehirde hiçbir resmi bina çalışamaz oldu. Elektrik, su, okul, hastane ve diğer idarelerin hepsi kapatılmıştı." diyen Aras Abid Ekrem, "Halk sergerde bir şekilde nereye kaçacağını bilmiyordu. Halk Irak hükümetinin intikam alacağından emindiler. Daha önce de görmüştük, savaş sırasında İran İslam Cumhuriyeti bir bölgeyi kontrol ettiğinde Irak hükümeti o bölgeye yoğun saldırıyı başlatıyor. Şu anda ise Halepçe gibi büyük bir şehir İran İslam devrimi muhafızları ve Peşmergenin kontrolüne geçmiş durumda. Ayın 16’sında birkaç uçak gelip Halepçe üzerinde uçmaya başladılar. Uçaklar o kadar alçaktan uçuyordular ki halk onların Fransa yapımı olduğu uçaklar olduğunu anlamıştılar. Bu kadar aşağıdan uçan bilen uçakları yapabilen Almanya ve Fransa gibi birkaç ülke vardı. İran uçakları bu derece gelişmiş değildiler. Bunun dışında halk uçakların kanatları üzerindeki Irak bayrağını görmüştü. Benim evimin bulunduğu yer istihbarat, kaymakamlık, okul, hastane ve diğer resmi idarelerinin bulunduğu bölgeydi." ifadelerini kullandı.

"Saldırı üç merhaleden oluşuyordu"

Uçaklardan Halepçe üzerine kâğıtlar atıldığını, bununla atılacak kimyasal için rüzgar yönünü belirlemek hedefini taşıdığını öne süren Ekrem, "Gündüz saat 10 civarında Halepçe’nin aşağı bölgesinde uçaklardan bazı kâğıtlar atıldığını gördük. Daha sonra anladık ki kâğıtlar rüzgârın yönünü tespit etmek için uçaktan atılmış. Halkın birçoğu uyarı mesajları olduğunu zannediyordu. Fakat halk hiçbir şekilde uyarılmamıştı. Tam tersine özellikle halk hedef alınmıştı. Irak Hükümeti saldırı üç merhale olarak başlattı. İlk önce Fransız uçaklarıyla gelip bölgenin fotoğraflarını çektiler. Daha sonra anladık ki bombaların atıldığı yer sivil halkın toplandıkları yerlerdi. Halkın oradaki sığınaklarda olduğunu biliyordu. Saat 11.35'de ilk saldırı doçka ve füzelerle yapıldı. Bir saat boyunca uçaklar Halepçe sokaklarını bombardımana tuttular. Saldırılardan dolayı halk evlerin altındaki bodrumlara kaçtılar. Olayda birçok kişi öldü ve yaralandı. Saldırılar o kadar şiddetliydi ki halk gidip kendi çocuklarını getiremiyordular. Evlat, dışarda kalan annesini getiremiyordu. Saldırı 8 uçakla yapılıyordu. Şehirde hareket edilen bir araç olsaydı direk hedef alınıyordu. Daha sonra Napalm bombalarıyla saldırmaya başladılar. Halepçe’nin başından sonuna kadar bütün sokaklara napalm bombası attılar. Napalm bombalarının oluşturduğu basınç çok olduğu için bütün evlerin kapı ve pencereleri kırıldı. Tabi napalm etkisiyle şehid olan vatandaşlarda. Yaklaşık 25 uçakla saldırdılar. Saldırılar takriben saat 14.00’de başladı." şeklinde konuştu.

"Halk bir sokaktan diğer bir sokağa kaçamıyordu"

400'den fazla kimyasal bomba atıldığının altını çizen Ekrem, "Uçaklar iki bölgeden gelmiştiler. Kerkük ve Musul’dan kalkmıştılar. Pilotların çoğu Musul, Tikrit ve Bağanlıydılar. Yaklaşık 60 pilot saldırıya katılmıştı. Daha sonra kimyasal saldırıyı başlattılar. Halepçe’de sürekli rüzgâr batıdan doğuya doğru eser. Şu anda bile öyle. Tarihçiler anlatıyorlar, Halepçe’de tarih boyunca ayın 16’sı yağışlı geçmiştir. O gün asla yağmursuz kalmamış. Fakat o gün hava güneşliydi. Kimyasal gaz rahatlıkla şehirde yayılmaya başladı. Halk bir sokaktan diğer bir sokağa kaçamıyordu. 400'den fazla kimyasal bomba atılmıştı. Saat 11.35’den gece saat 20.00’a kadar saldırı devam etti. Diğer gün halk İran sınırına doğru kaçmaya başladılar. Fakat maalesef ayın 17’sinde de Irak uçakları halkı bombalamaya devam ettiler. İran’ın büyük bir ilçesi olan Pave’de yine Halepçe halkını uçaklarla hedef almaya devam ettiler. Bizden 40 kilometre uzakta bulunan İran’ın ilçesinde bile bomba yağdırmaya devam ettiler. Irak ordusu yıllarca mücadele etmesine rağmen bu dağları kontrol edememişti. Fakat o gün kimyasal bomba ile saldırmadığı dağ kalmamıştı. Irak hükümetinin amacı sivil halkı katletmekti. Direk onları hedef alıp bu katliamı gerçekleştirdi. Nisan ayının birine kadar saldırılar devam etti." dedi.

"Saddam Hüseyin'in mahkemesine katıldım ve birçok belge sundum"

Ailesinden ve akrabalarından 48 kişinin şehid olduğunu söyleyen Ekrem sözlerini şöyle sürdürdü:

"Halepçe tamamen viran olmuştu. Saldırıda birçok kişi şehid oldu. Birçok kişi yolda şehid oldular. İran’da yaralılar 13 kente gönderildiler. Birçok kişi hastanede ya da yolda vefat etti. 300-400 çocuk hastanelerde kayboldular. Birçok kişi otobüslerde vefat ettiler. Bizler Halepçe halkı olarak her daim Sınır bölgelerindeki İran halkına teşekkür ederiz. Eğer o gün sınır açılmasaydı, İran halkı yardım etmeseydi belki şehid sayısı daha da artardı. 15-20 bini de bulurdu. Katliamın izin halen Halepçe halkında kalmış. Maalesef ilk kimyasal saldırıda ben yaralandım. Yarım saat sonra gelip benim bodruma götürdüler. Benimle birlikte onlarca kişi şehid oldu. Bunlardan biri benim komşumdu. Ben yaralı olduğum için evde kalmak zorunda kaldık. Beni kurtarmak için ailem diğer sokağa gelip beni aldılar. Kimyasalın etkisiyle benim ailemden 12, dayımın ailesinden 8, ninemle beraber kalan diğer dayımın ailesinden 24, bacımın 2 çocuğu, 2 tane dayızadem şehid oldular. Evden sağ kurtulan ben oldum. 1991’den sonra gönüllü olarak Halepçe Kimyasal Mağdurları Derneği'nde çalışmaya başladım. Birçok programa katıldım. Saddam Hüseyin'in mahkemesine katıldım ve birçok belge sundum. Halepçe gibi soykırıma uğrayan birçok yeri ziyaret ettim. Holokost, Hiroşima, Nagazaki, Güney Afrika, Ruanda ve buna benzer birçok yeri ziyaret ettim. Onlarda bizi ziyarete geldiler. Sanki Allah beni Kürd halkı ve ailemin başına gelenleri anlatmak için sağ bırakmış." (İLKHA)