'Darbe gerçekleştiğinde en büyük alkış ABD, Avrupa, Suudi Arabistan, BAE ve İsrail’den geldi'

Şüphesiz insan unutan bir varlık, ama ülkelerimiz ve yarınlarımız için unutmamamız gereken olaylar vardır. Mısır'da yaşanan askeri darbe işte bu önemli olaylardan biri. Darbe gerçekleştiğinde en büyük alkış ABD, Avrupa, Suudi Arabistan, BAE ve İsrail’den gelmişti.

'Darbe gerçekleştiğinde en büyük alkış ABD, Avrupa, Suudi Arabistan, BAE ve İsrail’den geldi'

Mısır’da gerçekleşen askeri darbenin üzerinden 7 yıl geçti. Darbenin üzerinden geçen yıllar bize çok şey öğretti. Bu darbenin nasıl gerçekleştiği, darbeye giden süreç, darbeyi kimlerin nasıl hazırladığı ve demokrasinin nasıl ayaklar altına alındığı bizim asla unutmamamız gereken gerçekler olmalı.

Darbeye giden süreci hazırlayan birçok kişi bugün utanç içinde hayatlarına devam ediyor. Ancak bilmeliler ki onların isimlerini taşıyan gelecek nesiller de ömür boyu bu utancın gölgesinde yaşayacaklar. Bugün kudretli olduklarını sananlar, halkın bu darbenin hesabını sorduğu günleri de görecekler. 12 Eylül 1980’de Türkiye’de yönetime el koyanlar aradan 30 yıl geçse de yargı karşısına çıkıp ülkelerine ihanetin bedelini ödediler. 12 Eylül darbesinin genelkurmay başkanı ve daha sonra cumhurbaşkanı olan Kenan Evren’in adı ülkenin cadde ve sokaklarından silindi. Evren son yıllarını utanç içinde, itibarsız bir şekilde geçirdi.

Maalesef Mısır bugün bu tecrübeyi en can alıcı şekliyle yaşıyor. Tıpkı 1960’ta Türkiye’de olduğu gibi, ordu ve onu destekleyen antidemokratik çevreler bunun bir darbe değil halk devrimi olduğunu söylüyorlar. Bu apaçık bir yalandır ve Mısır’da demokrasi hâkim olduğunda gerçek çok iyi anlaşılacaktır.

Bunun bir askeri darbe olduğunu bütün çağdaş ülke halkları biliyor. Ancak bir darbe propaganda aracı olan ve dünyada hiçbir itibarı olmayan Mısır medyasının halkı kandırmaya çalışması anlamsız. Herkes gerçekleri apaçık görüyor. Uluslararası insan hakları örgütlerinin yayınladıkları raporlarda Mısır’da yaşananın askeri bir darbe olduğu kaydediliyor.

3 Temmuz darbesine giden süreci iyi analiz etmek gerekir. Şu çok açık ki darbe Mısır’da değil, ABD’de ve Avrupa başkentlerinde planlandı. Mısır’ın demokratik yöntemlerle seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin ve dolayısıyla Müslüman Kardeşler’in iktidardan uzaklaştırılmaları kararı, 2012’de Mursi’nin cumhurbaşkanı seçilmesinin hemen sonrasında alındı. Zira bu önlem alınmazsa bütün Arap ve Körfez ülkelerini sarsacak demokrasi rüzgarını kimse durduramazdı. Bunun için zemin hazırlanmalıydı ve bir iç muhalefete ihtiyaç vardı. Ulusal Kurtuluş Cephesi adıyla bir platform oluşturuldu. Cephe üç önemli isimden oluşuyordu. Mısır Halk Akımı Hareketi lideri Hamdin Sabbahi, Mübarek döneminin Dışişleri Bakanı Amr Musa ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu eski Başkanı Muhammed el-Baradey. Bu üç isme en büyük desteği Mısır zenginleri ve medyası veriyordu. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi sol gruplar da askeri darbe için yoğun destek veriyorlardı. 22 Kasım 2012’de başlayan protestoların tek hedefi vardı: Ne pahasına olursa olsun Mursi ve Müslüman Kardeşler teşkilatını yönetimden uzaklaştırmak. Halkın yüzde 51,73 oy vererek Mursi’yi seçmesi onlar için bir anlam ifade etmiyordu.

Ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi 8 Aralık 2012’de Ulusal Diyalog Toplantısı için çağrıda bulunduğunda, hepsi birden bu toplantıyı boykot ettiler. Aylarca devam ettirdikleri tansiyonu artırma projesi, nihayet 3 Temmuz 2013’te meyvesini verdi ve ordunun yönetime el koyduğunu açıklamasıyla sona erdi. Darbe gerçekleştirilmiş, bir yıl önce halkın yüzde 51,73 oyuyla seçilmiş cumhurbaşkanı ve bakanları görevlerinden alınmış ve Mursi darbeyi kabul etmediğini açıklamıştı. Bunun üzerine gözaltına alınarak ev hapsine konuldu. Mısır halkı darbeyi protesto için sokaklara döküldü. Kahire’nin en büyük meydanlarında demokrasi nöbetleri başladı. Mısır ordusu halkın meydanları boşaltmasını ve evine dönmesini istiyordu. Ancak halk daha bir yıl dahi olmayan demokrasi tecrübesine sahip çıkıyor ve darbeyi reddediyordu. Maalesef bu demokrasi nöbetlerine hiçbir Batılı ülkeden destek gelmedi. Ve tarihler 16 Ağustos’u gösterdiğinde Mısır ordusu demokrasi savunucularının üzerine ateş açarak büyük bir katliama imza attı. Ölü sayısının 2 binin üzerinde olduğu söyleniyordu. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) resmi rakamların 930 olduğunu duyurdu. Burada önemli bir ayrıntıyı da hatırlatmakta fayda var: Mısır ordusu sivil halkın üzerine rastgele ateş açtığında yalnız değildi. Mısır’ın bazı seküler elitleri de ellerine silah alarak bu katliama ortaklık ettiler. Buna en iyi örnek sinema oyuncusu Tarık el-Mehdi’nin elinde silahıyla ateş açtığı o meşhur fotoğraftır.

Darbe gerçekleştiğinde en büyük alkış ABD, Avrupa, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail’den geldi. Hepsi adeta derin bir nefes almışlardı. Demokrasi havariliklerine kısa bir ara vermişlerdi.

Elbette bu 7 yıl bize çok şey öğretti. Bunlardan belki de en büyüğü, dünyaya demokrasi ve özgürlük nutukları atan Batı ülkelerinin, konu kendi çıkarları ve İşgalci İsrail’in çıkarları olduğunda nasıl ilkesizliğe gömüldüklerini görmemizdir. Onların demokrasi savunuculuğuna soyunmalarının tamamen bir aldatmaca olduğunu bir kez daha, bu son 7 yılda net bir şekilde görmüş olduk.

AA